24
NİSAN 1920 CUMARTESİ
“...Bugün muhterem heyetinizin umumî oylarında belirmiş olan millî itimadı, liyakatimin çok üstünde görmekle beraber şahsım için bir amaç olarak değil, beraber giriştiğimiz kutsal mücadelenin yöneldiği amaçları elde etmek için milletin bahşettiği bir dayanak olarak kabul ediyorum. Gerek askerî gerekse siyasî hayatımın bütün dönemlerini işgal eden mücadelelerimde daima hareket kuralım, millî iradeye dayanarak milletin ve vatanın muhtaç olduğu amaçlara yürümek olmuştur.”
6-https://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d01/c001/tbmm01001002.pdf
7-https://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/GZC/d01/CILT01/gcz01001002.pdf
Mustafa
Kemal, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde, sabah saat 10’da açılan ilk oturumda
başlayan ve 3. oturumda biten, Mütareke’den Meclis’in açıldığı güne kadarki
siyasî olayları özetleyen ve yaklaşık 3 saat süren uzun bir konuşma yapar:
“...Milli egemenliğin her şeyden evvel belirmesi
amacıyla Yüksek Meclisiniz olağanüstü yetki ile toplanmıştır. Seçimlerin
ivedilikle ve coşku ile yapılması hukukî durumumuzun bütün milletçe de aynı
görüşler içinde kavranıp anlaşıldığını ve yüksek Meclisinizin şekil ve niteliğinin
millî iradeye samimiyetle, kuvvetle dayandığını göstermiştir.” (a)
Bilgilendirmeden
sonra Mustafa Kemal, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Hükûmet kuruluşu hakkında
konuşur ve önerge verir:
“Hükûmet kurulması zorunludur!”
Mustafa
Kemal, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde, yaptığı geniş açıklamalar nedeniyle
Meclis’in teşekkürlerini bildirmesi üzerine bir konuşma yapar:
“...Benim için dünyada
en büyük mükâfat, milletin en ufak bir takdir ve iltifatıdır. Yüksek
Meclisinizi teşkil eden sayın üyeler bütün milletin mümessili olmak itibariyle,
yakınlıklarını umum milletin yakınlığı gibi sayarım.”
Mustafa
Kemal, Devlet vazife ve sorumluluğunun Heyet-i Temsiliye’den Meclis’e alınmasına
dair Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bir konuşma yapar:
“...Bu dakikadan itibaren teklif ediyorum:
Derhal memleketin mukadderatını üzerinize alınız!
Bütün bu Meclis, bütün
manasıyla sorumlu olmak lâzım gelir. Millet bizi ancak bunun için gönderdi;
bizi buraya beş kişinin eline milleti terk edelim diye göndermemiştir.”
Dördüncü
oturumda Mustafa Kemal, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ilk gizli oturumunda memleket
durumu hakkında bir konuşma yapar:
“...Yalnız ve yalnız bir şey düşünmeye mecburuz;
o da memleketin kurtuluşudur. Bu sebeple bütün gerçekleri açıklığıyla bilerek
isabetli kararlarınızı vermenizi, geçen konuşmamda işaret ettiğim gibi,
memleketin menfaatleri adına temenni ederim. Millete bağımsızlık temin
edileceği güne kadar bir fert olarak bütün varlığımla çalışmaya mukaddesatım
adına söz vermişimdir. Bu sözü burada tekrar etmekle şeref kazanırım.” (c)
Beşinci
ve son oturumda Mustafa Kemal, 120 milletvekilinin 110’unun oyunu alarak Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na seçilir. 2. Başkan olarak ise 109
milletvekilinin oyunu alan Erzurum milletvekili Celaleddin Arif Bey seçilir. Yapılan
seçimde milletvekilleri aynı kağıda 1. Başkan, 2. Başkan, 1. Başkanvekili ve 2.
Başkanvekili olmak üzere 4 kişinin adını yazarak seçim yaparlar. Bu nedenle
sonuçlar yorumlanırken iki aday arasında 1 oy fark vardı şeklinde bir sonuç çıkarılması
hatalı olur.
Mustafa
Kemal, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na seçildikten sonra bir teşekkür
konuşması yapar:
“...Bugün muhterem heyetinizin umumî oylarında belirmiş olan millî itimadı, liyakatimin çok üstünde görmekle beraber şahsım için bir amaç olarak değil, beraber giriştiğimiz kutsal mücadelenin yöneldiği amaçları elde etmek için milletin bahşettiği bir dayanak olarak kabul ediyorum. Gerek askerî gerekse siyasî hayatımın bütün dönemlerini işgal eden mücadelelerimde daima hareket kuralım, millî iradeye dayanarak milletin ve vatanın muhtaç olduğu amaçlara yürümek olmuştur.”
Mustafa
Kemal, Meclis Başkanlığını kabulü ile ilgili olarak Kazım Karabekir’e bir
telgraf gönderir. (b)
Mustafa
Kemal, Balıkesir ve Alaşehir Kongrelerine başkanlık eden Mutasarrıf Hacim
Muhuttin Bey’i olağanüstü yetkilerle Bursa Valiliğine atar.
Milli
Kuvvetler iki koldan saldırıya geçerek Biga’yı Anzavur çetesinden kurtarırlar.
Anzavur kuvvetleri, Karabiga – Çanakkale yönüne çekilerek İngiliz Donanmasına
sığınır.
İngiliz
Kontrol subayı Rawlinson, Erzurum’da yeniden tutuklanır.
Antep
– Harapnaz’da 100 kişilik bir Fransız kuvveti, Kuva-yi Milliye güçleri
tarafından esir edilir. Kuva-yi Milliye Komutanı Sinan Bey (Tekelioğlu),
Fransızların Adana’daki komutanına bir mektup yazarak, Fransız askeri mahkemesince
ölüm cezasına çarptırılan Türkler hakkındaki hükmün uygulanması halinde Fransız
esirlerin öldürüleceklerini bildirir.
(a)
Sayın milletvekilleri!
Bu gün içinde bulunduğumuz durumu büyük Meclisinizin
huzurunda tam olarak ortaya koyabilmek için bazı açıklamalarda bulunmak
istiyorum. Arzedeceğim konular birkaç bölüme ayrılabilir:
Birinci bölüm, Ateşkesten Erzurum Kongresine kadar geçen süre
içindeki durumla ilgilidir.
İkinci bölüm, Erzurum Kongresinden 16 Mart tarihinde İstanbul'un
düşmanlar tarafından işgal edildiği güne kadar olan süreyi içine almaktadır.
Üçüncü bölüm, ise 16 Mart’tan şu dakikaya kadar olan durumla
ilgili olacaktır.
Açıklamalarım birtakım belgelere dayanacaktır.
İzninizle o belgeleri gerektikçe burada okuyacağım. Yalnız birinci dönem ile
ilgili açıklamalarım belki biraz şahsi olacaktır. İçinde bulunduğumuz durumu
bütünüyle aydınlatabilmek için o dönemden söz etmeyi gerekli buluyorum.
Yüce makamlarınızca da bilindiği gibi, Ahmet İzzet
Paşa Hükümeti, milli temele dayanan âdil bir barışı sağlayabilmek umudu ile
ateşkes istedi. Bağımsızlığı uğrunda dürüst ve cesur bir biçimde savaşan
ulusumuz, 30 Ekim 1918 tarihinde imza edilen ateşkes antlaşması ile silahını
elinden bıraktı.
İtilâf donanmaları İstanbul'a girdikten sonra ateşkes
antlaşmasının hükümleri bir tarafa bırakıldı; gün geçtikçe artan bir şiddetle,
saltanat hakları, hükümetin gururu, milli onurumuz hiçe sayıldı. İttilâf
heyetinden gördükleri özendirme ve koruma sayesinde Osmanlı uyruğundaki müslüman
olmayan unsurlar her yerde küstahça saldırılara başladılar.
Meclis-i Mebusan'ın feshi, kuvvetini milletten almayan
hükümetlerin sık sık değişmesi ve halkın vicdanından doğan milli birlik
uğrundaki çalışmaların üzücü bir şekilde siyasi ihtiraslara kurban edilmesi
yüzünden dünyaya karşı milli varlığımız duyurulamadı.
Yabancı kuvvetlerin işgali altında inleyen
başkentimizde kan ağlayan bütün onurlu kişiler, millet aydınları, din ve devlet
hizmetlerinin önde gelen kişileri, büyük hilâfet ve saltanat makamı milli
bağımsızlığımızın bu tehlikeli durumdan kurtarılmasının ancak milli vicdandan
doğan birliğin azim ve iradesine bağlı bulunduğuna iman getirdiler. Fakat
İstanbul'un baskı ve işgal altında bulunması sebebiyle milli onuru korumaya
maddeten olanak kalmamıştır.
İşte bu sırada, Anadolu'ya mülki ve askeri işlerle
görevli olarak ordu müfettişliğine atandım. 16 Mayıs 1919 günü İstanbul'u terk
ettim, Samsun'da bu iş için görevlendirilmemi, din ve millete hizmet etmek için
en büyük ve kutsal bir şeref olarak kabul ettim.
Milli vicdanın büyük iradesine bağlı olarak, milleti
bağımsız ve vatanımızı düşmanlardan arınmış görünceye kadar çalışmak andıyla 16
Mayıs 1919 günü İstanbul'dan ayrıldım. Samsun'da işe başladım. İlk düşüncem, ülkemizde güvenliği kendi olanaklarımızla
gerçekleştirebileceğimiz inancı oldu. Aslında Canik Livası'nın (Merkezi
Samsun'da olan o zamanki sancağın adı) özel durumu da bu konuda en hızlı
biçimde davranılmasını gerekli kılmakta idi. Gerçekten Rumların egemenliğini ve
islâm halkının tutsaklığını amaçlayan, Atina ve İstanbul komitaları tarafından
yönetilen Pontus Hükümeti, Karadeniz sahili ile kısmen Amasya ve Tokat'ın kuzey
ilçelerinde oturan Osmanlı Rumlarının hayallerini körüklüyordu. Alınan önlemler
sayesinde başarılı sonuç elde edildi. Fakat bu önlemler ve başarı yalnız Pontus
dolayları ile sınırlı idi. Halbuki her gün haksızlıklarını artıran İtilâf
Devletlerine milli varlığımızı siyasi olarak kanıtlamak ve fiili saldırılar
karşısında ulusun namus ve bağımsızlığını bilfiil korumak çok önemli idi.
Aslında doğuda ve batıda, hemen ülkemizin her yanında millet ve vatan haklarını
korumak ve kollamak için dernekler kurulmuştu. Bu dernekler, düşmanlarının
esaret boyunduruğuna girmemek amacı ile milli vicdanın azim ve iradesinden
doğmuş kuruluşlardı.
Bu sıralarda, bütün belediye başkanlarımıza
İstanbul'da İngiliz Muhipleri Cemiyeti (İngiliz Dostları Derneği.)
kurulduğu ve her yerde derneğe katılarak İngilizlere yardım edilmesinin
gereği konusunda Said Molla imzası ile bir telgraf geldi. Bu olayda
Hükümetin ilgi derecesini ölçmek için Sadrazam (Başbakan) olan Ferit Paşa’dan
bilgi istedim. Hiçbir cevap alamadım. Bilinmeyen kişiler tarafından başlatılan
böyle düzensiz ve çeşitli siyasi maceralara yönelik girişimlerin, büyük
felâketlere sebep olacağını anlayan ulus, Said Molla’nın çağrısını önemsemedi.
Binlerce saldırı ve haksızlıklar altında inleyen ve
İzmir faciası olayı karşısında kan ağlayan millet, hükümetten ve itilâf
devletleri temsilcilerinden ağlayarak yardım ve hak isterken, pek çok belediye
başkanı ve birçok milli hakları koruma dernekleri gönderdikleri telgraflarda
hakkımda güvenlerini bildirerek benden bu konuda çalışma ve özveri
istiyorlardı. Yaşamımı ve kişiliğimi adadığım soylu ve ezilmiş ulusumun bu
haklı isteği üzerine artık benim için kutsal görev, milli iradeye uymayı her
şeyin üzerinde görmekti. (Sürekli alkışlar) Bunun üzerine yayınladığım bir
genelge ile millete kesin sözümü verdim. işbu genelgenin son cümlesi şöyle idi:
“Geçirdiğimiz şu ölüm ve kalım günlerinde, bütün milletçe her tarafta arzu ve
coşku ile elde edilmeye azmedilen milli bağımsızlığımız uğrunda tüm varlığımla
çalışacağıma güvenmenizi isterim. Bu kutsal amaç uğrunda ulusumla birlikte
sonuna kadar çalışacağıma da mukaddesatım adına söz veririm”
27 Mayıs 1919 günü “Türkiye - Havas Reuter” adında
itilâf devletlerinin kurduğu ajans, bildiğiniz gibi toplanan Saltanat Şürası (Padişahlık
Danışma Kurulu) hakkındaki açıklamalarında “Genel kurulun düşüncesinin, Türkiye
için büyük devletlerden birinin koruyuculuğunu sağlamak olduğu” kaydı ile yayın
ve bildiride bulundu. Bu yayının doğruluk derecesi hakkında bütün ulusta büyük
bir şüphe ve tereddüt uyandı. Ajans haberinin tamamen bir uydurmaya dayandığı
ve Saltanat Şürasının hiçbir şeye karar veremediği, çoğunluğun hükümete güven
duymadıkları ve geleceğimizle ilgili olayın bir milli şüraya sunulmasının
gerektiği konusunda konuşmalar yapıldığı, bundan dolayı herkesin milli
bağımsızlık taraftarı olduğu anlaşıldı. Bunun üzerine Sadaret Makamı’na aşağıda
açıklayacağım bilgileri sundum ve durumdan halkı haberdar ettim:
Yüce Sadrazamlık Makamına
“27 Mayıs 1919 tarihli Türkiye - Havas Reuter ajansı, Saltanat Şürasında
çoğunluğun düşüncesinin, Türkiye'nin bütünlüğünü koruma şartıyla büyük
devletlerden birinin koruyuculuğunun sağlanması olduğunu yazıyor ve
açıklıyordu. Saltanat Şürası konuşmalarını aynen yayımlayan 27 Mayıs 1919
tarihli İstanbul gazetelerinin yazdıklarına göre yalnız Sadık Beyin yazılı
önergesinde İngiltere korumasının önerildiği ve bunun da genel kurulun fikri
olmadığı anlaşılıyor. Ajans ile gazetelerin yayını arasındaki çelişki, bazı
taraflarca üzerinde durulmaya ve ajansın gerçeği saptırmak konusunda kendini
yetkili görme cüreti ise soruşturulmaya değer görülmüştür. İçinde bulunduğumuz
bu hassas devrede artık her gerçeği tam anlamı ile kavrayan ve bütün kötü
sonuçlara karşı en son özveriyi göze alarak milli bağımsızlığımızın korunması
konusunda kesin kararlı olan milletin, huzura kavuşması ve avunmasının Hilâfet
ve Saltanat makamından gelecek doğru ve samimi bir işarete bağlı olduğu
kanısındayım. Milli vicdanı temsil etmeyen haberler, endişelendirici tepkiler
yapabileceğinden bu konuda açıklayıcı ve uyarıcı olmanızı özellikle rica
ederim.”
Üçüncü Ordu Müfettişi ve Padişahın Fahri Yaveri
Mustafa Kemal
Bu sıralarda, İzmir ve Aydın'daki iz bırakan
faciaların etkisi ile de millet uyanmış ve heyecanı dikkati çekecek bir düzeye
varmıştı. Ulusun düşüncelerini geçici olarak yatıştırmak arzusu ile olacak,
Sadrazam Paşa Paris'e davet olundu. Ferit Paşanın başkanlığı altında giden
heyete milletin güveni olmadı, ben de şahsen milletin bu haklı şüphesine
katıldım. Millet, giden heyetin programının açıklanmasını istedi. Bu pek
karışık zamanda Harbiye Nazırından (Milli Savunma Bakanı) aşağıdaki telgrafı
aldım:
“Yüksek emirleriniz altındaki gemilerden biri ile hemen buraya gelmeniz
rica olunur.”
8 Haziran 1919 Harbiye Nazırı Şevket Turgut
Bu davetin amacını ve içyüzünü anlayamadım, açıklayıcı
bilgi istedim. Ayrıca, konuyu Genelkurmay Başkanı olan Cevat Paşa’dan da
sordum. Adı geçen kişiden 11 Haziran 1919'da aldığım cevapta “Kıymetli bir
generalin Anadolu'daki gezisinin kamuoyunda iyi bir etki yapmayacağı
düşünülerek” İngilizlerin beni istediği bildiriliyordu. Bu gerçeği öğrenince
doğrudan doğruya saygıdeğer Padişah hazretlerine şu fikirlerimi arz ettim. Padişah
Hazretlerinin devletli mabeyni (Sarayda
,Padişahın yazı ve görüşme işlerine bakan daire, özel kalem kalem.) yüce
başkâtibi vasıtasıyla Padişah Hazretlerinin devletli katına:
“Büyük ulusun ve kutsal hilâfetin biricik ve gerçek dayanağı bulunan yüce
saltanatınızı Tanrı kötülüklerden korusun. Yüce Padişahım, ülkemizin bu gün
uğradığı büyük baskı ve bölünme tehlikesi karşısında ancak yüce varlığınız
başta olmak üzere, milli ve kutsal bir kudretin çabası; vatanı, devlet ve milletin
bağımsızlığrını şan ve şerefi büyük hanedanının altı buçuk asırlık yüce
tarihini kurtarabilir. Çevremizdeki kişiler bu genel kanıda birleşmiştir. Son
olarak huzurlarınıza kabul edilmek onurunu kazandığımda, üzücü İzmir olayı
dolayısıyla hüzün dolu olan kutsal kalbinizden doğan kurtuluşla ilgili
görüşleriniz bu gün bile belleğimdeki yerini korumaktadır. Bu duygumu açıklamak
isterim. İstanbul'dan son olarak ayrılacağım gün bu şerefe kavuşmuştum. Bu
sırada Yüce Şahsınız Boğaziçinde bulunan İngiliz donanmasının saraya yönelik
toplarını göstererek, “görüyorsun” dediniz. “Ben artık memleket ve milletin,
nasıl kurtarılması gerekeceği hususunda kararsızlığa düşüyorum” ve ellerinizi
kaldırarak, “inşallah millet akıllanır ve uyanır, bu üzücü durumdan gerek beni
ve gerekse kendisini kurtarır” buyurdunuz. Yazımda arz etmek istediğim bu
kutsal sözlerdir.
Hükümdarımızın bu gönül dileğinden esinlenerek kesin kararlı ve inançlı
olarak görevime devam ediyorum. Hükümdarımızın emirleri gereği Sadrazam Paşa
kulunuzu daima önemli konularda aydınlatmakta ve gereğini arz etmekte ve
uygulamaktayım. Şu bir ay içinde Zat-ı Şahanelerinin Anadolu’sundaki hemen
bütün il, liva, ilçe ve hudut boylarına kadar olan yerlerdeki milletin durumunu
ve tüm kumandan ve memurların düşünce ve çalışmalarını öğrendim ve bilgi
edindim. Sonuç olarak açık bir şekilde görülüyor ki, millet baştan aşağı
uyanık olup devlet ve milletin bağımsızlığı ve yüce saltanat ve hilâfet
hakkının korunması için kesin kararlı ve inançla dolu bulunuyor.
İstanbul'da iken milletin bu kadar kuvvetle ve az sürede felâketlerden bu
derece etkilenebileceğini düşünemedim.
Yüce Padişahım! Bu nitelik ve durumda bulunan ve kutsal şahsınıza bağlılık
içinde olan temiz milletinize tam anlamı ile güvenilmesi ve bunun karşılığı
olarak da gerçekten bu milli ve vicdani kuvvete yardımcı olunması gerekir. Son
kutsal buyruklarınız bütün milletin azim ve yiğitliğini
artırmıştır. Yalnız, üzülerek bildirmek isterim ki, temiz Anadolu
halkı, bugünkü zor dönemde bile İstanbul'daki uygunsuz ve nefret uyandıran
konulardan ve kışkırtıcı söylentilerden rahatsız durumdadır. Gerçekten
İstanbul yöresinin bozulmaya yatkın ahlâkı ve bundan yararlanmayı bilen
yabancılar, devlet ve milletin yok olması ve devlet, millet ve padişahına
bağlı, özverili hizmet yeteneği bulunan kişilerin ortadan kaldırılması
konusunda aşırı bir cesaret gösteriyorlar.
Yüce Padişahım! Hükümdarları hatırlayacaklardır ki, verilen görevin yerine
getirilmesi sırasında, yabancıların ve bazı bozguncuların mutlaka yalanlama ve
önleme ihtimallerini daha İstanbul'da sunduğum açıklamalar içinde üstü kapalı
şekilde anlatabilmeye çalışmış ve özellikle Sadrazam Paşa ile Devletin bazı
önemli kişilerine pek açık olarak anlatmış ve böyle durumlar karşısında Ali
İhsan ve Yakup Şevki paşaların düştüğü kötü duruma düşmeyeceğimi
eklemiştim. İşte milli vicdanın ciddi izlenimlerini ve meydana gelen
yeni durumları, istilâcı çıkarlarına, zıt gören İngilizler ve vatanın zararına
da olsa, İngiliz taraftarlığını meslek edinen zayıf karakterliler, bu kere
güçsüzlüklerini ortaya koyarak beni İstanbul'a çağırmak girişiminde
bulunuyorlar. Pek şerefli hakanımızdan, milletine, vatanına bağlı ve bu
uğurda ölümü hoşgörü ile karşılayan benim gibi bir kumandanın, yüce saltanat
haklarına ve milletin ölmezliği ve var oluşuna düşman olanlarla işbirliği
yapacağını ummaları kesinlikle beklenemezdi. Bundan dolayı bendeniz Malta'ya
gitmek veya en azından iş görmez duruma getirilmek gibi ihtimaller karşısında
bırakıldım ve doğal olarak da bunu kabul etmeyeceğim, eğer zorunlu kılınırsam
gönül rahatlığı ile memuriyetimden istifa ederek eskiden olduğu gibi Anadolu'da
ve millet sinesinde kalacağım; vatan görevimi bu kez daha açık adımlarla
sürdüreceğim.
Millet bağımsızlığına kavuşsun, saltanat makamı ile yüce ve büyük hilâfet
yok olmaktan kurtulsun. Sonsuz bağlılığımın daima artmakta olduğunu bildirerek
buna inanmanzı rica ederim.”
Üçüncü Ordu Müfettişi ve Padişahın Fahri Yaveri
M. Kemal
Bütün milletin, durumunu anlayarak geleceğine kendi
başına hükmetmeye kararlı olduğunu anlamıştım. Milletin ve ülkenin şimdiki
durumu göz önünde tutularak, haklarını korumak ve kollamak üzere her türlü etki
ve denetimden arındırılmış milli bir kurulun oluşturulmasını gerekli gördüm.
Bunun için ilgili kişilerle görüşerek ve konuşarak Sivas'ta genel bir milli
kongrenin toplanmasını kararlaştırdık. Büyük ve kanlı tehlikeli olaylarla
daha çok karşı karşıya bulunan doğu illerimiz, Erzurum'da adı geçen il adına
aynı amaçla bir kongre toplanması girişiminde bulunmuştu. Sivas Kongresi için
gizli bir bildiri ve mektup yayımladım. Bu mektup ve bildiri yüce
malümlarınızdır. Bu sırada Müdafaa-i Hukuku Milliye (Milli hakları koruma) derneklerine ait telgrafların çekilmemesi
konusunda Posta ve Telgraf Genel Müdürlüğü tarafından posta ve telgraf
müdürlerine bir emir verildiği haber alındı. Vatanın tutsak bulunduğu bu
tarihi dönemde, milli sesimizi duyurmada yararlı olan araçtan, milli
kuruluşumuzun faydalanmasını engelleme cesaretinin millete karşı büyük ve
haince bir cinayet ve islâmiyete karşı büyük bir günah olduğu açıktı. Bu
acımasızca girişimin derhal önüne geçmeyi vicdani bir görev saydım ve genelge
ile her tarafa gereken emirleri verdim. Durumu padişah hazretlerine arz
ettim ve Sadaret makamına (Başbakanlık) ve Harbiye Nezaretine (Milli Savunma
Bakanlığı) ve Posta Telgraf Genel Müdürlüğüne de yazdım.
24 Haziran 1919 tarihinde İçişleri Bakanı Ali Kemal
Beyin de bir genelgesinden
haberdar edildim, bu genelgede; Haksız olarak yapılan elkoyma ve acımasızca
yapılan işgallerden ne derece üzüntü duyulursa duyulsun; Hükümet, ne
Yunanistan’la ne de başkası ile şu sıralarda savaş veya çatışmaya giremez.
Paris'teki konferansa giden delegelerimizin anavatanı kurtaracaklarına olan
ümidimiz günden güne artmaktadır. Savunma gerekçesi hazırlayanlara engel
olunuz. Haklarında acımasızca davranınız! Bunlar eski düşmanlarımızdır.
İşleri bozulmak üzere iken yeniden düzelmesine izin vermeyin! (Protestolar ve
alçak sesleri) denilmekte idi. Ali Kemal Beyin bu çabasını engelledim ve
bununla ilgili olarak yüce Padişahlık makamına şu yazıyı sundum;
“İçişleri bakanı beyin 18 Haziran 1919 tarihli illere yayımladığı şifreli
bir genelge, milli hakların korunması ile ilgili çalışmaları şiddetle
yasaklıyor. Pek acıklı ve üzücüdür ki aynı tarihte Posta Telgraf Genel Müdürü
de milletin sesini kısmaya yönelik bilgisizce hazırlanmış, başarısızlığa ve
pişmanlığa mahküm bir telgraf yayınlamıştır.
Yüce Padişahım! Devam eden bu günkü parçalanma tehlikesi karşısında başta
yüce saltanat makamınız olmak üzere kutsal durumunuzu kurtarma ve korumaya
azmetmiş olan yüce milletimizin de böyle küçültücü ve gönül kırıcı bir düşünce
ile yok sayılması tarihin ve milli vicdanın hiçbir zaman affedemeyeceği
olaylardır.
Gerçi böyle bir düşüncenin hiçbir yerde kabul edilmediğini ve
uygulanmadığını teşekkürlerimle arz ederim. Yine de yüce milletimize vatan ve
devlet tarihine karşı uygun görülen bu uygulamalar, gelecek ile pek acımasızca
alay etmek oluyor. Bu olay coşkulu bakışlara ve millet düşüncesine yansıdıkça, Hükümete
güvensizlik duymak gibi pek kötü sonuçlar doğurabileceği şüphesizdir. Size
durumu bu şekilde sunma cesaretini gösterirken, bağlılığımı saygı ile tekrar
ettiğimi yüce şahsının bilgilerine sunarım.”
Üçüncü Ordu Müfettişi ve Padişahın Fahri Yaveri
M. Kemal
27 Haziran 1919'da Sivas'a geldim. Görevden alındığım
konusunda Ali Kemal Beyin bir genelgesinin daha geldiğini öğrendim. 23 Haziran
1919 tarihli bu şifreli genelgede:
“İngiliz özel temsilcisinin arzu ve direnmesiyle
görevden alındı. Adı anılanın İstanbul'a çağrılması Harbiye Nezaretine ait bir
görevdir. Fakat İçişleri Bakanlığının kesin emri; Artık o kişinin görevli
olmadığını bilmek ve kendisi ile hiçbir resmi işleme girişmemek ve hükümet
işleri ile ilgili hiçbir isteğini yerine getirmemektir” deniliyordu. Bu
işlemle ilgili olarak Sadarete ve Harbiye Nezaretine 28 Haziran 1919'da
şu telgrafı çektim:
“Müdafaa-i Hukuku Milliye (Milli
hakları koruma) ve Reddi ilhak (ilhakı
red Yunan hakimiyetini red) derneklerine yardım ettiğim ve
İngilizler tarafından ayrılmam istendiği için görevden alındığımı ve buna diğer
bazı yersiz sözler de eklenerek İçişleri Bakanı Ali Kemal Bey’in konuyu mülki
makamlara bir genelge ile duyurduğunu öğrendim. Bendenizi bu göreve seçerek
atanmamı buyuran Padişah hazretlerinin bu konudaki fikirlerini almak onuruna
erişemediğim gibi, ne yüce sadaret makamından ve ne de Harbiye Nezareti yüce
katından görevden alındığım konusunda hiçbir emir de almadım. Böylece Ali
Kemal Bey’in bu gizli yazı ve genelgesinin ne gibi yanlış düşünceler altında
oluştuğunu, devlet büyükleri arasında ayrıcalık ve ülkede kanunsuzluk,
asayişsizlik ve sonuç olarak da millet içerisinde anarşi yaratabilecek olan
düşünce biçiminin ne kadar gereksiz olduğunu açıklamayı gerekli görmüyorum. Ali
Kemal Beyin görevden ayrılması ile ilgili telgraf haberleri, belirtilen olayın yüce
Hükümetçe onaylanmadığını tümüyle göstermiş ve ülkede sebep olduğu kötü etkiler
ve yanlış anlama her ne kadar kısmen ortadan kaldırılmış ise de, bu işlemlerin
bakanlar kurulunun istek ve kararları dışında yapıldığına kesin olarak inanmış
bulunmaktayım. Bu tehlikeli ve sorumluluğu ciddi ağırlık taşıyan düşüncelerin
ülkenin ve milletin gelecekteki kurtuluşunu engelleyici büyük ısrarlar
getirebileceğini tekrarlamak zorundayım. Adı geçen kişi ile ilgili işlem
konusundaki kararı yüce makamlarınızdan arz ederim.”
Üçüncü Ordu Müfettişi ve
Padişahın Fahri Yaveri
Tuğgeneral M. Kemal
Bütün illere, bağımsız ve bağlı mutasarrıflara (Sancağın en büyük mülki âmiri, vali ile
kaymakam arasında yönetici),
kolordulara ve ikinci ordu müfettişliğine de şu telgrafı yazdım:
“27 Haziran 1919
Müdafaa-i Hukuku Milliye ve Redd-i İlhak gibi sadece vatanı ve milli
bağımsızlığı korumaya yönelik kutsal bir amacı desteklediğim için ve İngilizler
tarafından böyle arzu edildiğinden bahsedilerek görevimden alındığımı, İçişleri
Bakanı Ali Kemal Bey’in mülki makamlara gizli bir genelge ile bildirdiğini
öğrendim.
1.Bendenizi bu memuriyete seçip, atanmamı buyuran Padişah hazretlerinin bu
husustaki buyruklarını almak onuruna ulaşamadığım gibi, bu ana kadar ne yüce
Sadaret makamından ve ne de Harbiye Nezareti yüce katından görevden
alındığıma ilişkin hiçbir emir almadım. Bundan dolayı, Ali Kemal Beyin bu
gizli yazı ve genelgesinin ne gibi yanlış düşünceler altında oluştuğunu zaman
ve olaylar çok geçmeden halkın önünde aydınlatacaktır. Devlet büyükleri
arasındaki ayrıcalık ve ülkede kanunsuzluk, asayişsizlik ve sonuç olarak anarşi
yaratabilecek olan bu gereksiz düşüncenin, tarih ve millet önündeki tehlike ve
sorumluluğuna dikkatini çekmeyi gerekli buluyorum. Ali Kemal Bey’in
yetkisinin üzerinde ve milletimizin varlığına karşı olan bu gizli ve kanunsuz
davranıştan geri dönüleceği tabiidir.
2.Memuriyetimin sona ermesi konusunda padişah hazretlerinin buyruğunu
alırsam, doğal olarak resmi görevimden ayrılarak bunu başkalarından önce
özellikle benim duyuracağım bilinmelidir. Böyle bir durumda, vatanın
kurtarılmasını amaçlayan dini ve milli birliği korumak, bu milletin sinesinden
çıkan milliyetçi bir kişi olan benim için en yüce bir görev ve kesin bir amaç
olacaktır. Bundan dolayı, devlet tarafından ve padişah buyruklarına bağlı
olarak üçüncü ordu müfettişliği ve bunun devlet ve millete karşı olan
sorumluluğu üzerimde bulundukça, Babıâli'nin emirlerinde yer alan resmi
görevlerimizden dolayı bütün onurlu valiler ile bağımsız sancakların (İl ve ilçe arasındaki büyüklükte bir yönetim
birimi.) emirlerimi yerine getirmek zorunda ve bu günkü gerçeği
anladıktan sonra her zaman ve tarih karşısında da sorumlu bulunduklarını
ivedilikle bildiririm. Bundan sonra ordu müfettişliği devletin bir resmi makamı
olup hiçbir zaman kişi ile ilgili bulunmadığından makamın kendine özgü yazışma
ve düzenini iyi bir şekilde korumak ve devam ettirmenin kanuni bir zorunluluk
olduğunu ve bu bildirimin Ali Kemal Beyin yazısının gönderildiği makamlara da
ulaştırılması gereğini ek olarak arz ederim.
3. İşbu telgrafın gelişinin bildirilmesini rica ederim.”
Üçüncü Ordu Müfettişi ve
Padişahın Fahri Yaveri
M. Kemal
İçişleri Bakanı Ali Kemal Bey’le Harbiye Nazırı Şevket
Turgut Paşa’nın bakanlar kurulundan istifa ettikleri ajanslardan öğrenildi. On
saat kadar sonra 28 Haziran 1919 tarihli ve Şevket Turgut imzası ile aldığım
şifrede: “Dikkat geciktirilmesinin sorumluluğu vardır.”
“Birçok dilek ve
yakınmalar ile tizden bir heyetin Paris'e gitmesine dörtler meclisi izin verdi.
Ne olacağımızı şimdi değil biz, hatta halen
geleceğimiz ile oynayanlar bile bilmemektedir. Yalnız bir avunma noktası
düşmanlarımızın hakkımızdaki düşüncelerinin az çok lehimize dönmüş gibi
görünmesidir. Örneğin, geçmiş aylarda barbar ve yönetimsiz olarak
nitelendirilirken şimdi de uysal fakat yardıma muhtaç bir millet olarak
nitelendirilmekteyiz. Görenlerden sürekli haber alacak olan düşmanlarımızın
sizi pek kolaylıkla elde edecekleri kesin görülmekle birlikte, zaten güçlükle
hayat sürdürerek yaşayan bizleri de ortadan kaldırmaya yöneleceklerdir. Şu
yardımcı açıklamalarımla size karşı dostluk görevlerimi ve vatan görevimi
yerine getirmiş olduğum inancı ile, olay çıkarmadan hemen İstanbul'a gelmenizi
rica ederim.” deniliyordu. Buna cevap vermeyi bile gerekli görmedim.
Sivas'ta milli kuruluşun hazırlanması ve tamamlanması,
Erzurum'dan sonra Sivas'ta Osmanlı ülkesi adına genel bir kongrenin toplanması
ve delegelerin çağrılması için gereken bazı önlemler alınıp düzenlemeler
yapıldıktan sonra Erzurum'a gitmek üzere yıla çıktım. 2 Temmuz 1919
günü Erzincan'da Saray Başkâtipliği’nden aldığım telgrafın başlıca
noktaları şunlar idi:
“Daha önce ve
son olarak dikkatlerine sunulmak üzere göndermiş bulunduğunuz telgraflarınız
için Padişah efendimiz hazretleri, sizlere karşı yakınlık ve
iyilikseverliğinizden dolayı duyduğu hayranlığa dayanarak ve özel olarak,
aşağıda yazılı olan öğütlerin bildirilmesi konusunda beni görevlendirmişlerdir.
Yüksek makamca bilinen vatansever duygularım nedeniyle o yörede acele olarak
bazı düzenleme ve girişimlerde bulunmanız, İngilizlerin dikkatlerini çekmiş
ve hükümeti baskı altına almışlardır.
Devletimizin şimdiki durumu, Anadolu'da sanıldığı ve tahmin edildiği
derecede kaygı ve telâş verici değildir. Ulu Tanrı'nın yardımı ile devletin varlığı ve
egemenliği elde edilebilirse, saltanat merkezince taşranın kurtarılması
kolaylaşır. Şu sırada yüce zatınızın bundan yararlanarak İstanbul'a
dönmeleri belki yabancıların hükümete baskılarını azaltacaktır. Bu konu
hakkınızda gurur kırıcı bir işlemin uygulanması düşüncesiyle önerilmemekte
olup, harbiye dairesince görevden alınmanız da yüksek makamca
düşünülmediğinden Harbiye Nezareti’nden iki ay süreli hava değişimi istenilerek
durum açıklığa kavuşuncaya ve barış gerçekleşinceye kadar arzu edilen bir şehir
veya kasabada dinlenmenizin en uygun çözüm olduğunu hatırlamanız buyurulmuştur.”
2/3 Temmuz 1919'da Mamahatun (Tercan Kazası)’da
Harbiye Nezareti’nden gelen Ferit Paşa’nın 30 Haziran 1919 tarihli şu
şifresini aldım:
“Vatan sevgisinin çekici gücü beni yine Harbiye Nezareti’ne getirdi.
Hükümeti oldukça güç bir durumda buldum. Dış ilişkilerin korkunç durumda olması
yanı sıra bir de bunu büsbütün körükleyecek bir iç bunalımın karşısında kalınca
elimde olmayarak irkildim. Yüce zatınız gibi, ben de inandığım değer verme
gücüme dayanarak iddia edebilirim ki, sizi benim kadar ruhunuzun en derin
köşelerine kadar anlayabilmiş bir kişi yoktur. Şimdiki durumda nasıl bir sebep,
hükümet ile yüce şahsınız arasında bir anlaşmazlık yaratmıştır, bilemiyorum. Şüphesiz
ki bu durum, kötü niyetler etkisinde gerçekleri görememe durumunda olanların
uydurmalarından kaynaklanmaktadır. İngilizler tarafından bazı komutanlarımıza
uygulanan benzeri olmayan işlemlerin yüksek şahsınıza da uygulanması hiç de
beklenilen bir durum olmamakla birlikte, her ihtimali göz önüne alarak bu işin
iyi bir biçimde çözümlenmesi konusunu düşündüm. Haksızlıkları inkâr
olunamayacak olan düşmanlarımızın, yüce kudretiniz ve vatanseverliğinizden
duydukları korku, yüce şahsınızın böyle önemli bir askeri memuriyette
bulunmalarından kaynaklanmaktadır ve bu sebeple sizi bu görevden ayırmak
girişiminde bulunmuşlardır. Yenilgi devasız bir illettir. Birtakım uydurma
sözlerle vatan menfaatlerinin yok olmasına sebep olacakları korkusuyla bunların
arzularını önemsememek, üzülerek söylüyorum, hükümetin bir süre seçkin hizmet
sunamamasına yol açacaktır. Sizlere karşı pek çok yakınlık duyan Padişah
hazretleri bendenizi özel olarak kabul ederek bu işin iyi bir biçimde
çözümlenmesi hususunda görüşme nezaketini gösterdiler. Sağlığınızdan
bahsederek, gerek İstanbul'da ve gerekse arzu ettiğiniz herhangi bir yerde
hava değişimi istediğiniz takdirde gereğinin yapılacağı, millet önünde ve
hükümette, sahip olduğumuz yeri korumuş ve düşmanlarımızın arzularına da bu
şekilde son verilmiş olacağı düşüncesi yüce padişahça uygun görülmüş ve hatta
kendileri bu durumun şerefli saraylarından da ayrıca sizlere yazılmasını
emretmiş ve ferman buyurmuşlardır.
Yüksek şahsınızın da kabul edeceği gibi, her arzunuzu elimden geldiği kadar
yerine getirmeye çalışacak olan bendeniz işbu dileğimi hem resmi hem de özel
olarak yapıyorum. Bu özel durumumdan dolayı şunu da söylemek istiyorum ki,
acele olarak vereceğiniz olumlu cevap, yalnız hakkımdaki güven ve
samimiyetinize delil değil, aynı zamanda bakanlık makamında ümit ettiğim
başarıya da bir başlangıç olacaktır. Ellerinizden öperim.”
Padişah hazretlerine, hareket şeklim hakkında Harbiye
Nezareti’ne yazdığımı arzettim. Ferit Paşa’ya da durumun gelişimi ile ilgili
açıklamalarda bulunduktan sonra hava değişimi amacı ile Anadolu'da kalmakta bir
engel görmediğimi yazdım. Harbiye Nazırı Ferit Paşa’nın Erzurum'da aldığım bir
telgrafında: “İstanbul'a hareketlerinin çabuklaştırılmasını rica ederim”
denilmekte idi. Telgraf başında da Ferit Paşa şunları söyledi:
“Paşam! itilâf temsilcilerinin pek katı başvuruları beni bu günkü
telgrafımı yazmağa zorladı. Yüksek şahsınızı benim kadar kimse tanıyamaz.
Vatanımızın onuru ile ilgili yüksek amaçlarınızı bilmekteyim. Bendeniz
İstanbul'a onur vereceğiniz konusunda hem padişah efendimize hem de
temsilcilere söz verdim. Mahçup olmayacağıma eminim. İtilâf
temsilcilerinin de burayı onurlandırdığınızda size karşı saygı göstereceklerini
bildirmek isterim. Bu konuda kesinlik sağlanmıştır. (Gülmeler) Ancak ve ancak
yüksek şahsınızın hemen oradan ayrılarak buraya gelmeniz gereklidir.” (Beklesinler, sesleri ve gülmeler)
Ferit Paşaya verdiğim cevapta şunları söyledim:
1. Bendenizin vatan ve milletin kurtuluşuna hizmet etmekten başka bir
amaç taşımadığımı ve şimdi bile devletin sınırları içindeki çalışma ve
hareketimin bu konuya yönelmiş olduğunu, itilâf devletleri temsilcilerinin
şahsımdan bu derece kuruntulu bulunmalarının birtakım dedikodulardan
kaynaklandığını ve bunların, bendenizi bütün duygu ve düşünlerimle tanıyan
Padişahın yüce buyrukları ile hükümet emrinde çalışacağıma inanmış bulunan
yüksek şahsınız tarafından verilecek açıklama ve güvence ile
düzeltilebileceğine ve giderilebileceğine eminim,
2. Dört gün önce Padişah makamına göndermiş olduğum ve itilâf
temsilcilerince de itiraz edilindiği anlaşılan yazımın cevabı alınıp
incelenmeden İstanbul'a geleceğim konusunda söz verilmemeli idi.
3. Hiçbir uygun sebep buIunmadan İzmir'in ve Antalya'nın, hükümetimizin
bilgileri dışında düşman tarafından işgali ve silâhsız, çaresiz halkın Rum
eşkiyasına doğratılması ve sonuç olarak iffet ve namusun ayaklar altına
alınması ve şu anda da Aydın ilinin her tarafından bu uygunsuz durumun
sürdürülmesi ve tekrarı bir süre önce bu bölgeden Nurettin Paşa’nın alınması
ile ortaya çıkan bir komuta boşluğunun doğurduğu vahim sonuç değil midir?
Bu yöre için de böyle kanlı bir sonuç hazırlanmış ve buna engel görülen komuta
heyetlerinin değiştirilmesi gerekliliği hissedilmiş ise, temsilcilerin vatanı
yok etmeye yönelik istekleri karşısında hükümet ileri gelenleri için ikinci bir
hainliğe neden olmak yerine millet arasına kişi olarak karışmaları
vatanperverliğin örnek bir davranışı olur. (Alkışlar)
Doğudan Şevki ve İhsan paşaların alınması, vatanımızın batısındaki bir
bölümün acımasızca işgali programının yürürlüğe konmasını önleyebildi mi?
Ferit Paşa’nın verdiği cevap şudur:
“Yüksek
açıklamalarınız doğrudur. Ancak bir milli hareketin olacağına inanan
İngilizleri, yüksek kudretiniz ve vatanı korumak çalışmalarınız endişelendirmiş
ve düşmanlarımız tarafından her gün çeşitli nedenlerle yaratılan dedikodu, bu
endişeyi artırmış olacak ki bu gün yüce şahsınızın ordunun başından alınıp
İstanbul'a getirilmenizi Bab-ı âli'den istemişlerdir. Bu istekleri tehdit eder
bir biçimde söylemişlerdir. Dört gün önceki duruma göre Padişah hazretlerinin
yüksek onaylarına sunulan öneri bendenizden gelmiş idi. Fakat bu günkü durum
böyle ani ve ivedi bir daveti gerektiriyor.
Bab-ı âli'de makine başında geç zamana kadar sizi rahatsız etme nedenim,
sizin de bildiğiniz gibi, bir zorunluluktan ve vatan menfaatinin
gerekliliğinden doğmaktadır. Aynı zamanda İngilizler tarafından size hakkınız
olan saygının gösterileceği konusunda Dışişleri Bakanı vekili tarafından söz
alınmıştır. Bendeniz, ilk telgrafta da ima ettiğim gibi, Paris konferansı
kararlarına boyun eğmekten başka yapılacak bir şey görememekteyim. Şimdilik iyi
geçinme durumunu seçmek uygun gibi görülüyor. işte bu nedene dayanarak en kısa
zamanda İstanbul'a hareket etmeniz beklenmektedir.
Sizinle yapacağımız görüşmeler tabii ki bizi de aydınlatacaktır.
Temsilcilere, emirleri gereğini duyurmak üzere, hareket kararınızın zamanının
en kısa zamanda belirlenmesini rica ederek beklemekteyim.”
Verdiğim cevapta şu maddeler vardı:
1. Dün sizlerden aldığım telgrafta Paris Konferansı kararlarına boyun
eğmekten başka yapılacak bir şey görülemediği söylenmektedir. Bu kararlar
nelerdir? Ajansların en son duyurusu milli bağımsızlığımızı ve geleceğimizi pek
ümitsiz bir durumda gösteriyor. Meselâ Paris Konferansı Trakya, Pontus, İzmir,
Kilikya konularını devletin aleyhine olarak belirlemiş ve doğu illerinde
Ermenistan egemenliğini kabul ederek onaylamış ise bu kararlara boyun eğmek
için yetki ve sorumluluk alan ve değerlendirenler kimlerdir? Sadrazan Paşa
hazretleri vatan ve milletin gelecek haklarını yok eden bu feci durumları
ortadan kaldırmak ve değişirmek için ne gibi olumlu maddi güvence ve ümitle
dönüyorlar.
2. Padişahlık makamının, bütün devlet ve millet gerekçeleri ve hilâfet
hakları üzerindeki oyunlar konusunda samimi bir şekilde ve uygun bir dille
aydınlatılmaları ve görevlerinden dolayı sorumlu olmayan yüce Padişah
hazretlerinin güç ve buyruklarını daima gerçek dini dileklere ve devlete
yöneltmek gerekli bulunmaktadır. İstanbul'daki bazı kişiler ve özellikle bir
iki ay bile iktidarda kalamayan değişken kabineler, kendilerinde oluşan görüş
bozukluğu, vicdansızlık, milletin genel tutumuna ters düşen ve meşru olmayan
düşüncelerle bakanlık yönetmek ve yetki kullanmak gibi tarihin en feci
sorumluluklarından kesin olarak uzak kalmalıdırlar.
3.Bendenize gelince; Çok yanlış ve hatalı anlayış içinde bulunulduğunu
görüyorum. Bu gün vatanımızda bir millet kudreti varsa, bu akım, felâketler
sonucu uyanan milletin kalp ve düşünce gücünden doğmuştur. Bendeniz de ancak
buna uyuyorum. Benim buradan çekilmem ile ilgili düzenlemeler çok hatalı ve
özellikle çok tehlikelidir. Bendenizin korunması hakkında Dışişleri Bakan
vekili beyefendi tarafından İngilizler'den güvence alındığı söylenmektedir.
Buna çok hayret ettim. Çünkü devletler ve milletler adına ve şerefine resmi bir
şekilde imzaladıkları ateşkes hükümlerini korumaya bile asla uymayarak
alabildiğine saldırılarda bulunan ve pek çok onur kırıcı durumlara neden olan İngilizlerin
bu güvencesine inanmak pek saflık olur. Yalnız tam anlamı ile inanılmasını
isterim ki, eğer memleketin kurtuluş ve esenliği benim çekilmeme bağlı olsaydı,
kayıtsız şartsız ve geleceğim hakkında hiç bir ümit ve amaç beslemeyi aklıma
getirmeden, benliğimi kurban etmek kadar vicdani ve basit bir şey olamazdı.
(Alkışlar) Şunu eklemek isterim ki, aradaki büyük fark, gerçek durumun henüz
karşı tarafça anlaşılamamış olmasındandır.
4. Seçildiği açıklanan iyi geçinme yolunu çok üzücü buluyorum. Çünkü iyi
geçinme, bir insanın zayıf noktasını hoş görmek ve onun devam etmesini sağlamak
değildir. Üzücü olmakla birlikte, ateşkes antlaşmasının imzalanmasından bu
güne kadar, hükümetlerin birbirine benzeyen yetersiz ve zayıf durumlar
göstermesi ve milli kuvvetleri desteklenebilir bir kuvvet olarak kabul
etmemesi, itilâf devletlerinin ülkemizi istilâ etmesine engel olamamış, tam
tersine amaçlarını kolaylaştırmıştır. General Allenbi ile halen Padişah
hazretlerinin başmabeyincisi olan eski Harbiye Nazırı Yaver Paşa’nın bizzat
yaptığı konuşmaya ve adı geçen kişinin karşı karşıya bırakıldığı içler acısı
duruma ve ayrıca bir yabancı general ile eski Harbiye Nazırı Abdullah Paşa’nın
görüşmelerinde generalin kullandığı bağımsızlığı hiçe sayan sözlerine bu arada
dikkatinizi çekmek isterim. Şimdiye kadar bundan önceki kabineler tarafından
izlenen bu iyi niyet yolu nedeniyle Anadolu'nun batı kesimi ve saltanat
başkentinden, Hilâfet makamındaki şerefli Hükümdarımızın saraylarına kadar her
yer korkunç bir şekilde işgal edilmiştir. Ayrıca milli kuvvetler saptanarak
yok edilmeye ve Doğu Anadolu için de aynı ilginç işlemler ortaya çıkmaya
başlamıştır. Bu nedenle yüce şahsınızın ve içinde bulundukları bakanlar
kurulunun böyle girişimlere yardımcı olmama vatanseverliği göstermeniz arzu
edilir. Buna şunu da eklemek isterim. Görüş ve düşüncelerimin gerçekleşeceği konusundaki
inancım tamdır. Çünkü bu görüş ve düşünce, her yöredeki bilgi ve milli onur
sahibi kişilerin ortak ve genel görüşüdür ve özellikle milli vicdanın
izlenimlerine dayanmaktadır. Anadolu'daki büyük komutan makamlarının bir
süreden beri sarsılması ve o boşlukların yerine ancak yetersiz ve bilgisizlerin
doldurulması gibi, Batı Anadolu'yu boğazlanmışcasına elinden kaptıran, onurlu
kişilerin yerine geçenlerin izledikleri politikaya bir kez daha dikkatinizi
çekerim.
5. Ali ihsan Paşa ile Nurettin Paşa ve onun yerine getirilen
Ali Nadir Paşa olaylarına milli tarih açıklık getirecektir. Bu gün yüce
şahsınızın sahip bulundukları makam, vatan ve milletin kurtuluşunu sağlayacak
bir güç olamadığına göre yeni iş başına gelenlerin açtıkları yaraları bu kez de
vatan ve milletin doğu kısmına yaymalarına yüce şahsınız gibi varlığı ancak
onurlu bir yaşam olması gereken değerli ve tecrübeli bir kişinin baş eğmesine
hiç te gerekli ve zorunlu bir neden yoktur. Bağımsızlığını kaybeden
makamınızdan ayrılarak tarihin açık olan korkusuz sayfalarında övünülecek bir
şekilde yaşamanız sanırım bütün dürüst ve onurlu kişiler tarafından
beklenmektedir. (Bravo
sesleri)
Ferit Paşa’ya en son verdiğim cevap şudur:
Harbiye Nazırı Ferit Paşa Hazretlerine
Erzurum, 6 Temmuz 1919
Ermenistan'a bağlanmalarına söz verilmiş olduğunu
öğrenmekle heyecana gelen ve coşan doğu illeri halkının arasından ayrılıp İstanbul'a
gelmem konusundaki önerinizi yerine getirmek konusunda kişisel irademi
kullanmaya manen ve maddeten imkân bulamıyorum. Durumun değerlendirilmesini,
bilinen mertliğiniz ve samimiyetinize güvenerek arz ederim, efendim.
Üçüncü Ordu Müfettişi ve
Padişahın Fahri Yaveri
M. Kemal
Bunun ardından Sarayın yüce başkâtipliği eliyle
aldığım telgrafta “Sizlerce
gerçekleştirilen ulu girişimler her nasılsa İngilizlerce, vatan korunması
şeklinde değil, başka bir şekilde kabul edilmektedir. İngilizler yüce şahsınıza
karşı gurur kırıcı hiçbir davranışta bulunmayacakları konusunda kesinlikle söz
verdiler” denilmekte idi. Buna cevap beklemeden şu telgrafı
gönderdiler:
“Yüksek memuriyetinize görülen lüzum üzerine son vermiş olduğundan hemen
gecikmeden İstanbul'a dönmeniz Padişah hazretlerinin emirleri gereğidir.”
Padişah Başkâtibi Ali FUAT
Son cevabım şu oldu:
7 Temnıuz 1919 Erzurum
Padişah hazretlerinin devletli mabeyni yüce başkâtipliği eliyle Padişah
hazretlerinin yüce katına. Şimdiye kadar gerek padişahlık yüce makamına ve
gerek Harbiye Nazareti’ne yazdığımı yazılarda vatan ve milletin ve yüce
hilafet makamının karşılaştığı üzücü olayları ve buna karşı ortaya çıkan
tepkileri ve milli durumu bütün safhaları ve açığı ile ile arz ettim.
Böyle davranmakla kutsal varlığımın bana yüklediği en yüksek ve en
vicdani görevlerden birini yapmış oldum. Bendenizin çalışma ve
faaliyetlerinin İngilizlerce vatan savunması olarak değil, başka bir şekilde
yorumlanması nedeniyle yüce hükümetlerinin ağır baskı altında tutulduğu
yazılıyor ve bildiriliyor. Yüce Hükümetiniz ve yüce Saltanat başkentinizin ne
gibi baskı ve üzücü şartlar altında bulunduğu gerek benim tarafımdan ve gerekse
bütün asil milletimizce tam anlamıyla ve her yönüyle bilinmekte olup bu baskı
ve denetimin giderek daha da artması durumunda özellikle büyük sadaketle ve
aşırı derecede bağlı bulunduğum müşfik ve yüce amaçlar taşıyan yüreğinizin sıkıntıya
düşmesine hiçbir şekilde razı olamayacağım için, yalnız memuriyetime değil,
bütün şan ve şerefini, vatan ve milletimin ve kutsal yüce makamınızın feyiz ve
asalet nurundan alan ve pek çok sevdiğim kutsal askerlik yaşamıma da veda
ederek özveride bulunduğumu arz etmek isterim. (Alkışlar) Yüce saltanat
ve hilâfet makamınızın ve asil milletimizin sonuna kadar daima koruyucusu ve
sadık bir kulu olarak kalacağımı içten gelen duygularımla arz ve temin ederim.
Yüksek askerlik mesleğinden istifa ettiğimi Harbiye Nezareti’ne bildirdim.
Onurlu padişaha sıhhat ve esenlikler diler ve her türlü kötülükten korumasını
Cenabı Hak'tan dilerim. Yüce bilgilerinize sunarım.
Kulları
Mustafa Kemal
Birinci dönem ile ilgili olan açıklamalarım burada
bitmiştir. Arkadaşlar, sizleri fazla yormamak için ufak bir aradan sonra devam
etmek istiyorum.
Efendiler!
Hepinizin bildiği gibi, 10 Temmuz 1919 tarihinde
Erzurum'da Doğu Anadolu illerini kapsayan bir milli kongre toplandı. Bu
milli kongrenin koyduğu şartlar, sanırım bilinmektedir. Fakat şimdiye kadar
yaptıklarımıza bir başlangıç sayıldığı için sizlere hatırlatmak üzere önemli
noktaları yeniden okuyacağım. Erzurum kongresinin koyduğu şartlardan birincisi;
I. Dünya Savaşının genel durumu gereğince, düşmüş olduğumuz yenilgi nedeniyle
vatanımızın birçok önemli bölümü düşmanlarımızın istilâsı altına girmişti.
Millet, bütün isteklerinde maddi ve gerçekçi düşünmek ve ancak kuvvet ve
gücüyle sağlayacağı durumlarda kendine yeni bir sınır çizmek üzere idi. İşte
kongre bu sınırı çizmiştir. Bu milli sınırın dostlukla korunması için demiştir
ki: Ateşkes antlaşmasının imzalandığı 30 Ekim 1918 tarihinde çizilen hudut,
sınırımız olacaktır. Vatanımızın sınırı olacak bu hududu, sanırım,
ayrıntılarıyla bilmeyen arkadaşlarımız vardır. Yeniden fazla ayrıntıya girmek
istemediğim için şu şekilde açıklayacağım. Doğu sınırını Kars, Ardahan ve
Artvin'i içine alacak şekilde göz önüne getiriniz. Batı sınırı, bildiğiniz
gibi, Edirne'den geçiyor. En büyük değişiklik güney sınırımızda olmuştur. Güney
sınırımız İskenderun'un güneyinden başlar, Halep'le Kadıma arasında Cerablus
köprüsünde sona eren bir hat ve doğu kısmı da Musul ili Süleymaniye ve Kerkük
dolayı ve bu iki bölgeyi birbirinden ayıran hat.
Efendiler!
Bu sınır sadece askeri gerekçelerle çizilmiş bir sınır
değildir, milli sınırdır. Milli sınır olmak üzere tespit edilmiştir. Fakat
bu sınır içinde islâm ögesine sahip yalnız bir milletin olduğu düşünülmesin. Bu
sınır içinde Türk vardır, Çerkez vardır ve diğer islâm öğeleri vardır. İşte bu
sınır karışık bir halde yaşayan, bütün amacını tam anlamı ile birleştirmiş olan
kardeş unsurların milli sınırıdır. (Hepsi islâmdır, kardeştir sesleri) Bu
sınır olayını kararlaştıran maddenin içerisinde büyük bir ana öğe vardır. Fazla
olarak da bu vatan hududu içinde yaşayan islâm unsurlarının her birinin kendine
özgü olan yörelerine, geleneklerine, ırkına özel olan ayrıcalıkları bütün
samimiyeti ile ve karşılıklı olarak kabul etmiş ve onaylanmıştı. Doğal olarak
bununla ilgili ayrıntılı bilgiler yoktur. Çünkü bu ayrıntılı bilgilere girmenin
zamanı değildir. İnşallah, varlığımız kurtarıldıktan sonra (inşallah sesleri)
kesin şeklini alacağından şimdilik ayrıntıya girilmemiştir. Fakat aslında bu,
maddenin kapsamındadır. Yine Erzurum Kongresi’nin milli esaslarından birisi,
efendiler, işte bu milli sınır içindeki yönetimin milli egemenlik esaslarına
dayanmasıdır.
Çünkü bizzat bulunmuş olmam dolayısıyla kongrenin o
zamanki anlayışını yakından bilmekteyim. Her halde Osmanlı topluluğunun
bütünlüğü, milli bağımsızlığın kazanılması, her şeyden önce yüce Saltanat
makamının dokunulmazlığı, mutlaka güvenilir bir kuvvete ve sağlam bir yönetime
bağlı olarak gerçekleşebilir. Bu ise ancak milli egemenlik esasına dayanan
yönetim ve kuvvetle sağlanabilir. Erzurum kongresinde milli sınırlarımız
içinde yaşayan müslüman olmayan unsurlar bile gözönüne alınmıştır.
Hepimizce bilinmektedir.
Efendiler,
Müslüman olmayan unsurlar, azınlıklar adı altında
bütün dünyanın üzerinde durduğu ve özellikle bizim ülkemizle ilgili olunca pek
büyük önemle göz önüne alınan bir sorundur. Doğal olarak bu olaya bir kural
koymak gerekir ve bu o zaman da gerekli idi, Kongrenin koyduğu kural gereğince müslüman
olmayanlara, müslüman olanlara verilmiş olan haklar aynen verilecektir.
Bundan daha normal bir kural bulunamaz. Bununla aynı sınır içinde yaşayan
insanlara aynı kanuni haklar verilmiş oluyordu. Yine en önemli kurallardan
birisi, devletin, milletin iç ve dış bağımsızlığı idi. Millet
bağımsızlığından vazgeçmiyor ve vazgeçmeyecek esas kabul edilmiştir. Ancak,
bu ana şart daima saklı ve saygıdeğer tutulmak üzere, ülkemizin bayındırlık
durumunu, milletimizin varlığını ve genel olarak düşünce düzeyimizi göz önünde
tutacak olursak, bütün dünyadaki gelişme ile bunu karşılaştırdığımızda itiraf
etmek zorundayız ki, biraz değil, çok geri durumdayız. Bu nedenle duruınu
değiştirmek için çok büyük kaynaklara, çok çeşitli araca, kısacası her şeye
ihtiyacımız vardır. Milletimizin ilerleme ve yükselmesi için ve ülkenin
bayındırlığı için, ihtiyaç duyduğumuz her şeyi dışarıdan almak konusunda doğal
olarak tam bir olgunlukla hareket edeceğiz, dış ilgi ve yardımı tamamen uygun
göreceğiz. Ancak arz ettiğim gibi, bağımsız kalmak görünüş ve yetkisini daima
korumak şartı ile... Erzurum Kongresi’nin esas şartları bunlardan
oluşuyordu.
Kuruluştan ve bununla ilgili ayrıntılardan
bahsetmeyeceğim. İşte, Erzurum Kongresi milletin yararı için ve halkımızla
ilgili hayati konuları görüşmek için toplandığı sırada İstanbul'da iktidar
mevkiinde bulunan Sadrazam Ferit Paşa kongreyi yönetenlerin tümünü suçlu ve haydut
olarak kabul etmiş, derhal tutuklanarak İstanbul'a gönderilmelerini bütün
resmi, mülki ve askeri makamlara bildirmiştir. Bunun da ayrıntılarını
açıklamak istemiyorum. Buradan Sivas Kongresine geçeceğim. Erzurum Kongresinden
sonra 4 Eylülde Sivas'ta genel bir kongre yapıldı. Erzurum Kongresi
yalnız Doğu Anadolu'yu temsil etmiş oluyordu. Sivas'a Batı Anadolu' dan ve
Rumeli'den de delegeler gelmiş olması nedeniyle yaralı vatanın genel kurulu
olarak, Anadolu ve Rumeli'de yaşayan bütün vatandaşlarımızın görüşü
desteklenmiş oluyordu. Sivas Kongresi, Erzurum Kongresinde tespit edilen
şartları aynen kabul etmiş, yalnız adını yaymakla kalmamıştır. Bütün
Anadolu ve Rumeli'yi içine almak üzere birlik ve milli dayanışma sağlanmıştır.
Bu sırada içişleri Bakanı bulunan Adil Bey ve Harbiye Nazırı Şerif Paşa,
Erzurum Kongresi sırasında olduğu gibi ve belki bundan daha da çok, yine milli
egemenliğin kazanılması için, yine vatan uğruna ve milleti kurtarmak için
çalışanlara karşı birtakım kararlar alıyor ve bu kararları akıl almaz bir hızla
uyguluyorlardı. Tam kongre toplandığı sırada Ferit Paşa ve arkadaşı
Malatya'da Elazığ Valisi Galip Beyin emir ve yönetimlerinde masum halkı
aldatmak suretiyle bir kuvvet toplanmasına çalışmışlardı. Harbiye Nazırı
Şefik Paşa da milletimizden ve dindaşlarımızdan kurulu bu masum askeri kuvveti
desteklemek üzere emirler veriyordu. Ali Galip Bey·bu kuvvetlerle ani olarak
gelerek Sivas'ı basacak, orada bulunan milli kuvvetleri birer birer bir cani
gibi asacak, kesecekti. Bütün bu düzenleme, kendisinin vilâyete ve komutanlığa
atanması içindi. Hareket için bir padişah emri almışlar ve bu kişinin padişah
emrini cebinde taşıdığı gerçeği anlaşılmıştı. Sivas'a vardıktan sonra
derhal telgraf başında İstanbul ile konuşacak ve bunun ardından padişah emrini
de yayımlayacaktı. Diğer taraftan Ankara'da vali bulunan Muhittin Paşa
Çorum'a gitmiş ve orada yine Harbiye Nazırı’nın kendi emrine vermiş olduğu
askeri kuvvet ile hareket ederek iki taraftan Sivas'a baskın yapmayı
plânlamıştı. Tesadüfen İstanbul ile bu kişiler arasında alınan ve
gönderilen şifreli telgraflar elimize geçti. Bunun üzerine derhal İstanbul'a,
başvurduk ve bunun gerekçesini anlamaya çalıştık. Tabii Ferit Paşa, Şerif Paşa,
Adil Bey güvenilebilir kişiler değildiler. Millet adına Sivas'ta toplanmış olan
kongre üyeleri yüksek hilâfet ve saltanat makamına, padişahlık makamına
telgraflar gönderdiler. Bütün heyetler telgrafhaneye koşarak padişahtan
haklarını istediler.
Mehmet Şükrü Bey (Afyon Karahisar) - Paşa hazretleri,
bir nokta var: İngiliz Amirali “Mister Nowil” in girişimlerini açıklamanız
gerekli.
Mustafa Kemal (Ankara) - Pek doğru! İngilizlerden
bahsetmek istemediğim için bu noktayı kaydetmedim, efendim. Gerçekten İngilizler
daha önce bütün Kürtleri aldatarak, onları Türkler ve diğer dindaşlarından
ayırmak için düşünebildikleri her şeyi uygulamaya çalışıyorlardı. Bu
uygulamada en büyük çabayı gösteren de yüzbaşı veya bir söylentiye göre binbaşı
rütbesine sahip bir kişi idi ve ne yazık ki ona müslüman bir iki kişi de yardım
ediyorlardı. Tam bu sırada Nowil adlı kişi Malatya'ya gelmiş ve Alip Galip
Bey’le iş birliği kurmuştu ve bu kişi Sivas yönüne gönderilmesi düşünülen
kuvvetin başında bulunuyordu. Yine bıraktığım noktaya dönüyorum. Durumu
Padişah hazretlerine arzetmek istedik, bütün telgraf görüşmelerinin Ferit Paşa,
Adil Bey ve arkadaşları tarafından kesildiğini gördük ve bizim Padişah
hazretleri ile görüşmemize izin verilmedi.
Önce Ferit Paşa’ya ve sonra da padişah hazretlerine
başvurulduğunu arz etmiştim. Ferit Paşa’ya güvensizliğimizi ve başvurularımızda
kendisine güvenmemekte olduğumuzu ve hatta durumu tümü ile açıkladıktan sonra
Ferit Paşa Kabinesi’nin yerine artık her halde milletin amaçlarına uygun ve
güvenine sahip bir hükümeti iktidara getirmek gereğini arzetmiş olduk. Bu
arzımız Ferit Paşa’nın yolu kapaması ile padişahın bilgisine sunulamamıştır.
Bundan sonra Ferit Paşa’ya dedik ki, bizi bu konuyu sunmakta serbest
bırakmazsanız o zaman millet, davranışlarında kendini hür ve bağımsız saymakta
haklı olacaktır. Cevap vermediler. Bağımsızlık kendiliğinden tanınmış oldu.
Kongre kendini bağımsız olarak düşününce, tabii Mister Nowil'e, Ali Galip Beye
ve onun aldattığı masum insanlara karşı önlemler aldı. İlk önlem, tabii
aldatılmış olan dindaşlarımızı aydınlatmaktı ve bunu başarır başarmaz bütün
aldatanlar, bütün o caniler yalnız kaldılar ve oradan kaçmayı başardılar.
Çorum'da bulunan Muhittin Paşa da Sivas'a davet olundu, efendiler!
İstanbul'da Ferit Paşa Kabinesi ile milletin, bütün
mülki erkân ve ordunun bağlantısı bu suretle kesintiye uğratıldı ve bu durum
tam 23 gün sürdü. 23 günlük sürede, hepinizce bilindiği gibi, milletimiz
kutsal amacını gerçekleştirmek için birlik ve dayanışmasını ne dereceye kadar
gösterebileceğini cesur davranışlarıyla ispat etti. Bu, millet için, hepimiz
için gurur duyulacak ve övünülecek bir durumdur. Nihayet 23 gün, sonra Ferit
Paşa işlediği büyük suçu, millet ve memleketin anladığını, milletin kararlı
olduğunu ve kahramanlıktan geri kalınayacağını sezerek istifa etmeye mecbur
oldu. Bundan sonra iktidara Ali Rıza Paşa gelmişti. Ali Rıza Paşa’nın
iktidara gelmesi ve bildiğiniz gibi, istediği kabineyi oluşturması hakkında
Sivas Kongresi’nin veya Sivas Kongresi’nin görevlendirdiği temsil heyetinin
hiçbir ilgi ve ilişkisi olmadığı bilinmektedir. Bunun için kongre temsil heyeti
ile kendiliğinden karşı karşıya gelmiş oldu. İlk bakışta Ali Rıza Paşa
Kabinesi’nin bakanları Ferit Paşa Kabinesi’nden devredilmiş gibi göründü. Bu
durumda güven duyma konusunda biraz kararsızlık oldu. İşte bu nedenle o zaman
Ali Rıza Paşa'ya karşı bulunmak gerekliliği hissedilmiştir. Önemli olduğu için
müsaadenizle aynen okuyacağım.
İktidara gelen Ali Rıza Paşaya 3 Ekim 1919 günü
şu telgrafla bilgilerimizi sunduk:
“Anlayışlı Sadrazam AIi Rıza Paşa Hazretlerine,
Millet, şimdiye kadar devlet yönetimine geçenlerin, anayasaya ve milli
amaçlara ters düşen ve bilinen tutumlarından üzülerek, hukuka uygunluğu
sağlamak ve geleceğini güvenli ve becerikli ellerde görmek için kesin kararını
vermiş ve gerekli cesaretli girişimlerde bulunmuştur. Düzgün bir kuruluşa bağlı
milli kuvvetler, milletin kesin iradesinin, yüce Allah'ın emirleriyle tam
anlamı ile gösterilmesini ispat etme kudretini kazanmıştır.
Millet, kuvvet ve iradesini hiçbir zaman padişahlık makamına aykırı, ülke
yararına aykırı ve millete ters bir biçimde kullanmak arzusunda değildir. Millet,
Halife hazretlerinin kutsal şahsının güvenini kazanmış olan yüce şahsınızla
yüce arkadaşlarınızı güç durumda bırakmaktan kesin olarak sakınmakta olup,
tersine tam anlamı ile yardım etmeye bütün samimiyeti ile hazırdır. Ancak bakanlar
kurulu içinde Ferit Paşa ile çalışmış kişilerin bulunması, yüce heyetlerinin
düşünceleriyle milli isteklerin uygunluk derecesini olgunlukla anlamak
zorunluluğunu doğurmuş bulunmaktadır. Millet olarak tam güvenliğe sahip
olmadan atılmış olan her adım, düzelmeye başlamayı engelleyecek ve yarım
çarelerle yetinilmesi, millet ile yüksek heyetiniz arasında da yanlış
anlamalara neden olabileceğinden, uygun görülmemektedir. Bundan dolayı
heyetimiz, kesin ve açık olarak Sadrazam makamının yüce sahibinden aşağıda
belirtilen konuların yeni hükümetinizce uygun bulunup bulunmadığı ve kabul
edilip edilmeyeceği konusunu büyük bir saygıyla anlamayı görevlerinden sayar.
1. Yeni hükümetin Erzurum ve Sivas kongrelerinde kararlaştırılan
kuruluşa ve milletin meşru dileğine saygı göstermesi,
2. Milli Meclis toplanıp, denetim gerçek olarak başlayıncaya kadar
milletin geleceği hakkında hiçbir yükümlülük altına ve resmi işlere
girilmemesi,
3. Barış konferansında milletin ve memleketin geleceği kararlaştırılacağından,
görevlendirilecek delegelerin bundan önceki gibi yeteneksiz kişiler değil, milletin
amaçlarını tam anlamı ile bilen ve güvenilir, anlayışlı ve kudretli kişilerden
seçilmesi.
Bu konuda tamamen anlaşma olması durumunda milletin vicdanından doğmuş ve
bütün itilâf devletlerince meşruluğu ve kudreti tanınmış olan milli
kuruluşumuzun, hükümetin yardımcısı olacağı ve bu şekilde hükümetin millet ve
memleketin geleceği hakkında barış konferansında meydana gelecek girişimlerinin
daha güvenilir ve etkili olacağı tabiidir.
Bir kez bu önemli noktalarda uygunluk sağlandığı anlaşıldıktan sonra,
ileride olabilecek normal olmayan durumları gidermek için bazı ek sunuşlarda
bulunmamız iznini yüce sadrazam makamına arz ederim.”
Anadolu ve Rumeli Müdafaai
Hukuk Cemiyeti Temsil Heyeti adına;
Mustafa Kemal
İşte bu önemli noktalar üzerinde anlaştıktan sonra,
arada bazı yazılar yazdık. Ali Rıza Paşa, Erzurum ve Sivas kongrelerinden
bilgisi olmadığını yazdı. “Gereği yerine
getirilmek üzere önce bunları bildiriniz” dediler. Hepinizin bildiği
bildiriyi kendilerine ilettik. Bakanlar kurulunun bunu incelemesinden sonra
bile Sadrazamın verdiği cevapta önemli noktaların Bakanlar kurulunca kabul
edildiği bildiriliyor ve ondan sonra da bizim hakkımızda birtakım kısıtlayıcı
isteklerde bulunuluyordu. Bu kısıtlayıcı isteklerin başlıcası,
olağanüstü olaylar ve ortaya çıkan yirmi üç günlük durumun giderilmesinden
sonra, Meclis-i Mebusan seçimlerine ve hükümet işlerine karışılmaması
konularını kapsıyordu. Bizim verdiğimiz cevabı aynen okursam olay daha çok
açıklığa kavuşacaktır.
Yüce Sadaret Makamına,
“4 Ekim 1919 tarihli, sadaret makamının cevap telgrafının kapsamından
anlaşıldığına göre, derneğimiz temsil kurulunun yapmış olduğu sunuş ve
tekliflerin tamamen uygun görüldüğü ve kabul buyurulmuş olduğu, minnet duyguları
izlenmiştir. Bununla birlikte tarafımızdan taahhüt edilmesini istediğiniz
noktalarla ilgili olarak aşağıda olduğu gibi açıklamalarda bulunmamıza müsaade
etmenizi içtenlikle rica ederiz. Hükümetin yol gösterici davranışında kanun
hükümlerine tam anlamı ile uyulması doğal olup, kurulumuzca da bunun
sağlanmasını görmek tek amacımızdır. Son zamanlarda ortaya çıkan uygun olmayan
durumun ve kanunsuzluğun nedeni ve etkeni Ferit Paşa Kabinesi idi. Bu konu, adı
geçen kabinenin düşmesi ile, yüksek kurulunuzca kanun hükümleri içinde çalışma
ve Ferit Paşa Kabinesi tarafından yapılan kanun dışı işler ve davranışlar
dolayısıyla ortaya çıkan durumun kaldırılması için gereken kesin önlemlerin
alınması ve gereğinin yapılması ile ortadan kalkar ve böylece olması beklenen
olay ve devam edebilecek olan davranışlara sebebiyet verilmemiş olur.
Kurulumuzun, bakanlar kuruluyla kanuni hükümler içinde her türlü anlaşma ve
görüşmelerde bulunabilmesi için, önce hükümetin meşru ve kanuna uygun olan
milli kuruluşumuza iyiniyet göstereceğini açık ve kesin bir dille söylemesi
gerekmektedir. Aksi halde, kurulumuz ile hükümetimiz arasında karşılıklı
güven ve samimiyet bulunup bulunmadığı kuşkusu doğacak ve sonuç olarak bu da
uyumsuz davranış ve girişimlerin ortaya çıkmasına neden olacaktır. Başkent
ile Anadolu'yu birbirinden ayırmaya kurulumuz ve temsilcisi bulunduğumuz millet
bireyleri sebep olmamışlardır. Tam tersine, düşürülen hükümetin Paris Barış
Konferansı’nda doğu illerimizi, tamamını geniş bir özerkliği olan Ermenistan
olarak kabul edişi, Toroslar sınır gösterilerek iki üç ilimizin tümünün Osmanlı
sınırı dışında bırakılması ve başkent ile illerimizin bazılarında ateşkes
antlaşması hükümlerine aykırı birçok işgaller ve devlet ve milletin bağımsızlık
gururunun kırılmasına seyirci kalınması, başkent ile Anadolu'nun birbirinden
ayrı düşünmelerine neden olmuştur. Ayrıca, bu duruma milli varlığını
korumak amacı ve dine dayanan azmi ile kutsal haklarını korumak için ayaklanan
kongre üyelerini eşkiya çetesi gibi cezalandırmak amacı ile Elâzığ ilinde
birtakım eşkıya toplayarak Sivas ve Elâzığ halkları arasında vuruşma için
hazırlanma emri veren bundan önceki hükümetin meşru olmayan icraatı da neden
olmuştur. Osmanlı topraklarının bir kısmının işgali tehlikesine gelince; Milli
kuruluşunuzun kurulmasından bu güne kadar hiçbir işgal olmadığı gibi, tam
tersine Ferit Paşa Kabinesi'nin hoşgörü ve günahının sonucu ateşkes hükümlerine
aykırı olarak işgal edilen Merzifon ve Samsun gibi illerimiz boşaltılmıştır.
Bundan dolayı, devletin birliğini heyetimiz değil, bundan önceki hükümetin
bozduğunu söylemeye gerek görmediğimi arz ederim. Tarafımızdan hiçbir resmi
daire işgal edilmemiş olup, ortada bulunmayan bir durumun düzeltilmesi gibi bir
şey düşünülemez. Milli kuvvetlerimiz aleyhinde bundan önceki hükümetin yapmış
olduğu yayının doğruluk derecesini araştırmak üzere gelen ve başkentte milletin
güvenini taşıyan, milli kuvvetlere dayalı ve meşru olan bir hükümet bulamayan
itilâf devletlerinin yollamış olduğu birtakım görevlilerle yaptığım görüşmeler
de siyasi bir resmiyet taşımamaktadır. Bu görüşmelerin amacı, milletin geleceğe
yönelik isteklerini milli kuruluşumuzun büyüklük ve kudretini, milli iradenin
genişliği ve kesinliğini onlara yakından göstermek ve bununla milletimiz
hakkında saygı ve güven sağlamakla sınırlandırılmıştır. Bunun da barış
konferansında gelecek için zararlı değil, aksine çok yararlı sonuçlar
sağlayacağı şüphe götürmez bir husustur. Milletvekili seçimi hakkında bundan
önceki hükümetin verdiği emirler gereği hareket eden mahalli daireler henüz
seçim kütüklerini bile hazırlamaya yeni başlamış olduklarından seçimlerde
halkın hürriyetine saldırı ve engelleme şımdiye kadar maddeten mümkün olmadığı
gibi, derneğimiz bir siyasi kuruluş olmadığından, siyasi ihtirastan tamamen
uzak bulunacağını ve seçimlerde kesinlikle halkın anlayış ve vicdan hürriyetine
karışmayacağım pek çok kere bildirileriyle açıklamış bulunmaktadır. Hükümet
işlerinde olan duraklama, ancak resmi telefon görüşmelerinin arızasıdır ki, bu
da milletin şefkatli babası ve şerefi olan padişahına sunuşunu ve ricalarını
iletmesine engel olmuştur. Bu da padişah ve millet arasında bir engel
oluşturan Ferit Paşa Kabinesi’nin uygun olmayan tutumunun zorunlu sonucudur.
Şu noktayı da ciddi bir olgunluk ve önemle yüksek görüşlerinize sunmak
zorundayız. Samimi açıklamalarınızda memleketimizde meşrutiyet gereğince milli
egemenliğin yürürlükte bulunduğu açık ise de, feshedilmesinden itibaren Meclis-i
Mebusan-ın dört ay içinde toplanması Anayasamızın açık hükümlerinden, olmasına
rağmen bu güne kadar seçimlerle ilgili kütükler bile hazırlanmamıştır.
Başka bir şekilde açıklanması. mümkün olmayan, dört ay içinde toplanma kanuni
zorunluluğu altında bulunan Milli Meclisin şu ana kadar toplanamaması Ferit
Paşa Kabinesi’nin açıktan açığa meşrutiyet idaresine bir darbesi ve Anayasaya
açık bir saldırısı sayılır ve ceza kanunun özel maddesine dayanılarak bir
cinayet sayılıp, sebep olanlar hakkında kanun hükümlerinin tam olarak
uygulanması, milli egemenliği kabul eden ve kanun hükümlerinin uygulanmasını
kendisi için bir kanuni görev sayan her meşru hükümet için ilk kutsal görev
niteliğindedir. Bundan sonra ayrıntılarla ilgili bazı noktalar vardır.”
Efendim! Ali Rıza Paşa bu cevabımızdan sonra birkaç
gün kendi isteği ile sustu. Nihayet üç gün sonra karşımıza bizimle konuşmak
üzere Harbiye Nazırı Cemal Paşa çıktı. Cemal Paşa’nın verdiği telgraf, bakanlar
kurulunun milli amaçlar içinde hareket için önerilen şartların tamamını kabul
ettikleri konusunu içeriyordu ve karşılıklı olarak yapılan önerilerle
hükümetle hepimizin çok ciddi ve samimi bir anlaşma yapmış olduğumuz izlenimini
alıyorduk. Fakat bu anlaşmanın gerçekleşmesi sözünden sonra, Cemal Paşa yeniden
bazı önerilerde bulundu. Bakanlar kurulu adına önerdiği konular önemli olduğu
için birer birer açıklayacağım.
1.İttihatçılıkla (İttihat ve Terakki Cemiyeti ile ilgili kimse) ilişkili
bulunmamak,
2. Osmanlı Devleti'nin I. Dünya Savaşı'na
katılmasının doğru olmadığı ve sebep olanların adlarını tespit etmek için bazı
yayınların yapılması ve haklarında kovuşturma açılması ve kanuni cezalarının
verilmesi,
3. Her nevi cinayet suçlularının cezadan
kurtulamayacağı,
4. Seçimlerin hür bir şekilde yapılabilmesi için
güvence verilmesi, bildiriliyor ve isteniyordu.
Buna verdiğimiz cevap, söylediğimiz düşünceler şöyle
idi;
Harbiye Nazırı Cemal Paşa Hazretlerine,
9 Ekim 1919 tarihli yazınıza cevap vermeden önce temsil heyetimizin sayın
bakanlar kurulu üyeleri hakkında saygı duyguları ile en iyi dileklerimi
sunduğumu ve düşüncelerini birbirine söyleme ve birbirlerine düşüncelerini
bildirme ile iki tarafın dürüstlük ve samimiyeti kendisine önder kabul ettiğine
inandığımızı arz ederim. Çeşitli araçlarla duyurulması gerekli görülen yazınız
ve açıklanan dört madde hakkında temsil heyetimizin görüşü ve düşüncesi aşağıda
belirtilmiştir:
Rum ve Ermenilerle İngilizler başta olmak üzere itilâf devletlerinin ve
bunların suçlarına alet olan düşük Ferit Paşa Kabinesi'nin, milli birliğe ve
vatan mutluluğuna yönelik her çeşit girişimi ve meşru milli faaliyeti genel
olarak ittihatçılıkla suçlamayı bir meslek edinmiş oldukları hepimizce
bilinmektedir. Girişimimizin ve milli kuruluşumuzun ittihatçılıkla
hiçbir ilgisi olmadığı, kötü düşünen kişiler dışında gerek millet ve gerek
ilişkide olan yalancılarca anlaşıldığı halde açıkladığınız kötü anlayışı tam
olarak ortadan kaldırmak umuduyla Sivas Genel Kongre'sinin birinci
oturumunda konuşmalara başlamadan önce bütün delegeler, İttihat ve
Terakki Cemiyeti'nin canlandırılması için çalışmayacakları konusunda açık olarak,
birer birer ant içmişler ve bu ant sureti her tarafta yayımlanmış ve ilân
olunmuştur. Bundan başka, yeri geldiğinde ve özellikle yabancılarla
ilişkide bulundukça bu önemli konu ile ilgili bildiride ve gerekli
açıklamalarda bulunulmaktadır. Bununla birlikte, önerdiğiniz gibi bu konuda
yine fırsat çıktıkça, açıklama ve yayımdan geri kalınmayacaktır. Yalnız bu konu
göründüğünden başka bir biçimde ortaya çıkarsa, durumu nedeniyle özel bir önem
verilmesi gerekmektedir. Bu yönüyle, sadece bakanlar kurulu üyeleri ile
düşüncelerimizi karşılıklı söylememiz ve yüksek heyetinizde bu konuda hâkim
olan düşünceyi öğrenmek amacı ile temsil heyetimizin buna ilişkin düşüncelerini
arz etmeyi gerekli görmekteyiz. Biz müslüman olmayan halk ile itilâf
hükümetlerinin siyasi durum karşısında gördüklerini, genel olarak
ittihatçılıkla suçlamalarını doğru bulmuyoruz. İttihatçılar içinde kötü
yönetim ve yolsuzlukları ile memleketi harabeye çevirenlerden oluşan bir küçük
grup vardır ki işte millet ve bizim gözümüzde asıl suçlu olanlar bunlardır.
Yoksa ittihat ve Terakki üyesi olup tarafsızlığını korumuş, kötülüğe âlet
olmamış onurlu kişilerin bu şekilde zan altında bırakılmaları ve özellikle her
millette olduğu gibi iyiyi güzeli gerekli şekilde ayıramamak, halkın bir
kısmını zan altında tutmak doğru değildir ve bunu ülkenin güvenliği, iç düzeni
ve geleceği bakımından sakıncalı bulmaktayız. Bundan dolayı,
kabinenin, bu maddenin asıl amacının ne olduğunu açıklamasını önemle rica
ederiz.
2. ikinci madde içeriğine gelince: Bu konu, çok yönlü düşünülmesi gereken
ve çeşitli şekillerde yorumlanabilen bir husustur. Örnek olarak, kafa tutmayı
bile akla getirmektedir. Sonucunda felâket ve çok üzücü olaylara neden olan ve
bu gün için milletimizin memnuniyetsizliğine yol açan I. Dünya Savaşına katılmamış
olmak tabii ki çok daha iyi olurdu. Fakat buna maddeten imkân yoktu. Çünkü
katılmama, silâhlanmış bir tarafsızlığı, yani boğazların kapalı
bulundurulmasını gerektiriyordu. Halbuki vatanımızın coğrafi konumu,
İstanbul'un stratejik durumu, Rusların itilâf hükümetleri yanında yer almış
olması, bizim seyirci kalmamıza kesinlikle uygun değildi. Bunun yanı sıra
silâhlanmış bir tarafsızlığın devamı için paramız, silahımız, sanayiimiz,
kısaca, gerekli araç ve gerecimiz de bulunmuyordu. İtilâf devletlerinin ve
özellikle İngilizlerin para vermemesi bir yana, gemilerimize el koyarak
milletin dişinden tırnağından artırarak biriktirdiği gemi yapımına ait yedi
milyon liramızı zorla alıkoymaları, (Abdulkadir Kemali Bey: Kahrolsunlar) itilâf
devletlerinin savaş ilân etmesi, bizim savaşa katılmamızdan dört ay önce her
yönüyle Osmanlı hükümetinin zararına bir Ermenistan Cumhuriyeti kurulmasına
karar verdiklerini ilan etmiş olmaları ve hatta Bolşeviklerin yayınladığı gizli
antlaşmadan da anlaşıldığına göre, İstanbul'un Çarlık Rusyasına vadedilmiş
olması, savaşa itilâf devletlerine karşı girmemizin zorunlu olduğunu gösteren
açık delillerdir.
Bir de İngiltere ve Fransa'nın kendisine İstanbul'u vermeyi tasarladıkları
Rusya dururken, Balkan Savaşı uğursuzluğundan sonra milli varlığımız ve askeri
değerimize dayanmadan, milletimizi kendilerine katılmış saysak bile, halkımızın
bunu arzuladığını düşünmek doğru olamaz. Savaşa girmemizi bir hainlik olarak
nitelemek ve koca bir milleti dört beş kişinin oyuncağı durumuna düşürmek,
düşüncemize göre yarar sağlamak şöyle dursun, tam tersine düşük Ferit Paşa’nın
Paris'te sakat bir düşünce ile vermiş olduğu Avrupa' dan merhamet dilenen
demecine karşılık Clemenseau'nun cevabı olan hakaret dolu sözlerin, Tanrı
korusun, bir kere daha duyulmasına neden olabilir. Bundan dolayı, mert bir
biçimde gerçeği söylemek ve kahramanca savaşan bu koca milletin yenik
düşmesinin zorunlu sonuçlarına katlanmakla birlikte, bu olayın cinayet olarak
kabul edilmemesi ve bu yüzden ceza verilmesinin düşünülmemesi kusursuz ve
yararlı bir prensip olarak kabul edilebilir. (Bravo sesleri ve alkışlar)
Savaşa sebep olanlar hakkındaki konuya gelince; Savaş ilanı sorumluluğu
olmayan yüce padişahın yetkisi olduğuna ve o zamanki bakanlar kurulunun savaş
ilânından dört ay sonra toplanan Millet Meclisi’ne yaptığı açıklamalar üzerine
alkışlarla Meclisin güvenini sağladığına göre, olay Yüce Divan’ın
incelemesinden geçmeden, olur olmaz şu veya bunun aleyhine suçlamalarda
bulunmak doğru olmayabilir.
3.Savaş sırasındaki kötü yönetimlerin açığa çıkarılıp cezalandırılması,
vatanımızda sorumluluğun büyük ve küçük her kişiye dağıtılması ve kanun
uygulamalarının tarafsız ve yüce adalete uygun olarak yürütülmesini sağlamak en
büyük dileğimizdir. Fakat biz bunun, birçok tartışmalara neden olan kâğıt
üzerinde, reklam şeklinde yayımlanmasından çok, fiilen uygulama ile yabancı
dostlarımıza gösterilmesini uygun ve yararlı görüyoruz.
4.Seçim hakkındaki görüşlerinizi bildiri ile yayımladık ve ilân ettik. Bu
hususta akla gelebilecek başka sorularınız varsa, emirlerinizin bildirilmesini
rica ederiz.
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Temsil
Heyeti adına;
Mustafa Kemal
Efendim! Ali Rıza Paşa kabinesi ile aranızdaki önemli
yazışmalar burada son buluyor. Fakat bu son günde kabine, heyetimiz ile
yakından görüşmek ve ayrıntılar üzerinde anlaşmak için Bahriye Nazırı (Deniz İşleri Bakanı) Salih Paşa’nın
bizimle konuşmasını uygun görmüştür. Amasya'da kendisi ile görüştük. Salih
Paşa hazretleri ile hemen hemen üç gün üç gece devam eden konuşmamız sırasında
az önce açıkladığım kongrelerin kabul ettiği prensipler ve kuruluş tüzüğünün
önemli maddeleri birer birer okundu, tartışıldı ve tam anlamı ile anlaşma
sağladık. Görüşmelerimizde tutanak tutuluyordu ve bu tutanak Salih Paşa
hazretleri ile kongre adına kendileriyle görüşen heyet tarafından imzalanmış ve
uygunluk belirtilmiştir. Bunu aynen okumayacağım. Arz ettiğim konulardan
oluşmaktadır. Bildiğiniz bu maddeler için yalnız Milli Meclisin onayı
gerekmektedir. Bu görüşmelerin ayrıntılarına girmeyeceğim. Yalnız Salih Paşa
hazretlerinin imza koydukları tutanakta bizim prensiplerimizde yer almayan bir
durum kayıtlıdır. Oraya dikkatinizi çekmek istiyorum.
Efendiler,
Bu konu, Milli Meclisin kurulma yeri ve toplanma
sorunu idi. Genel durumumuz, İstanbul'un özel durumu görüşüldü ve
tartışıldı. O fıkrayı aynen okuyacağım. Bundan sonra Sivas
Kongresi’nin 4 Eylül 1919 tarihli kararlarının kuruluş kısmı ile ilgili on
birinci maddede yer alan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinin durumu
ile ileriye yönelik şekil ve faaliyetleri konusu görüşüldü. Bu maddede, milli
iradeyi egemen kılacak olan Milli Meclisin güvenlik ve bağımsızlık içinde
yönetim ve denetim görevini üstlenmesinden ve bu görevin Milli Meclisce
onaylanmasından sonra derneğin durumunun kongre kararı ile tespit edileceği
açıkça belirtildi. Burada açıklanan kongrenin, şimdiye kadar yapılan
Erzurum ve Sivas Kongreleri gibi dışarıda ayrı bir kongre sayılması gerekli
değildir. Derneğin programını onaylayan Milli Meclise, dernek tüzüğünde açıkça
belirtilmiş olan delegelerin de katılmasıyla yapacakları özel toplantı kongre
yerine geçebilir.
Milli Meclisin İstanbul'da tamamen güvenlik içinde ve
bağımsız olarak görev yapabilmesi gereklidir. Bu günkü şartlara göre bunun ne
dereceye kadar sağlanabileceği ayrıntılarıyla düşünüldü. İstanbul’un
yabancıların işgali altında bulunması nedeniyle milletvekillerinin yasama
görevlerini gerekli şekilde yapmalarına pek uygun olamayacağı görüşü ortaya
çıktı. Yetmiş seferinde Fransızların Liyon'da ve daha sonra Almanların
Weimar'da yaptıkları gibi barış sağlanıncaya kadar geçici olarak Milli
Meclisin Anadolu'da, yüce hükümetin uygun göreceği güvenilir bir yerde
toplanması uygun görüldü. Milli Meclisin toplanmasından sonra, güvenliği ve
korunması konusu ortaya çıkacağından bunun tam olarak sağlanması gereği ile,
dernek temsil kurul’unun kaldırılması ve kurulmuş olan kurumun çalışma hedefi,
yukarıda açıklandığı gibi, kongre makamının yerine geçecek özel toplantıda
kararlaştırılacaktır. Milletvekili seçimlerinin özgürce yapılalıilmesi gereği,
yüce hükümetce emir buyurulmuş olduğundan seçimlerin yapılmasında dernek temsıl
heyetinin en küçük bir etki veya baskısı bulunmamaktadır.
Efendim, Salih Paşa Hazretleri tutanağa imza
attıktan sonra bu konuda Milli Meclisin toplantısına İstanbul'dan başka bir
yerde olması konusunu bazı bakanların uygun bulacaklarından emin olmadıklarını;
bununla birlikte bakanlar kurulu adına buraya geldiklerini ve kabine adına
bizimle görüştüklerini, onların uygun şekilde davranacaklarını umduklarını
söylediler. Ancak kendilerinin vicdan, akıl ve düşünce yönünden buna
inandıklarını ve bu vicdani düşüncelerini, bütün bakanlar kurulu üyelerine
ve yüce padişaha anlatmaya gayret edeceklerini, eğer bunu kabul ettiremezlerse
ve bu gerçek karşısında da hükümet Milli Meclisin İstanbul'da toplanmasını
emrederse, bu konunun kendileri için bir onur meselesi olacağından
görevlerinden ayrılmak zorunda kalacaklarını söylediler. Fakat zannederim,
kendileri görevlerinden ayrılmamışlardır. Salih Paşanın tahmin ettiği gibi,
kendilerinin İstanbul'a dönüşlerinden sonra bu kez de Harbiye Nazırı Cemal Paşa
tarafından yine kabine adına gelen hir telgrafta olay yeniden konu oldu. Çok
önemli bulduğum için telgrafı aynen okuyacağım:
Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine sunulacaktır.
“Bahriye Nazırı
Salih Paşa Hazretleri ile Amasya'da yapmış olduğunuz görüşmelerin iyi bir
sonuca ulaşması Bakunlar Kurulu üyelerince memnunlukla karşılandı. Yalnız,
Meclisin hilâfet ve saltanat başkentinden başka bir yerde toplanması son
derecede önemli ve tehlikeli görüldüğünden bu konudaki görüşümüz aşağıda arz
olunur:
İlk olarak Meclis-i Mebusan’ın İstanbul'da toplanmaınası için gösterilen
sebep, başkentte yabancı devletlerin kara ve deniz kuvvetlerinin bulunması
nedeniyle görüşmelerin özgürce yapılmasının sağlanamayacağı ve bazı
milletvekillerin oylarına bile saldırılmasının mümkün olduğu görüşüdür.
(Gülmeler) Bu, bizim görüşümüzdür Bununla birlikte, İtilâf devletlerinin
tümü, meşrutiyet ile yönetildikleri için, Milli Meclislerin her türlü
saldırıdan korunmasının önemi yanı sıra, böyle bir uygulamanın medeni dünyada
ne derece kötü etki yapacağı gerçeği de kendilerince bilinmektedir. Bu nedenle
Meclis-i Mebusanın görüşme güvenliğinin bozulması mümkün değildir. İtilâf
devletleri tarafından kendilerine karşı davranış yapılması beklenebilecek
kişilerin sayılarının aslında pek az olması nedeniyle, bu kişilerin millet ve
devlet güvenliği için bir özveri daha göstererek milletvekilliğinden istifa
etmeleri, bu engeli de ortadan kaldırabilir. Böyle bir durumun gerçekleştirilmesini,
haklı olarak cömert ve saygıdeğer kişiliğinizden beklemekteyiz.
İkinci olarak, bu buhranlı ortamda devlet büyükleri ile halkımızın
birbirleri ile olan ilişkiyi sürdürmeleri ve görüş birliği içinde tek bir vücut
olarak, yaşamakta bulunduğumuz tehlikeli durumdan var gücümüzle vatanımızı
kurtarmak için çalışmaları gerekmektedir. Meclis-i Mebusan’ın taşrada
toplanması durumunda, bir kısım bakanlık ve hükümet dairelerinin de oraya
taşınması gerekeceğinden, bunun güç ve imkânsız yönleri bulunmasının yanı sıra,
hükümetin taşınması yolunda bir başlangıç olarak düşünülebileceğini de
bildirmeyi gereksiz görüyorum. Bakanlar ile milletvekilleri birbirleriyle
ilişkiyi devamlı olarak sürdürmek zorınluluğunda bulunanlarından bakanların
İstanbul'da, milletvekillerinin taşrada bulunması mümkün değildir. Hatta
toplantı yeri olarak İstanbul'a en yakın olan Bursa bile seçilse, ulaşım
durumuna bakarak düzenli ve zamanında gidip gelmek, yazıları ve belgeleri
getirip götürmek mümkün görülmemektedir. Özellikle Sadrazam Paşa Hazretleri ile
içişleri ve dışişleri bakanlarının Meclis ile devamlı ilişkilerini sürdürmeleri
ve İstatanbul'dan da ayrılmamaları gerektiğinden bu iki zorunlu durumun
bağdaştırılması mümkün değildir.
Üçüncü olarak, Meclis-i Mebusanın taşrada toplanması İstanbul'dan başka
bir merkezin daha kurulması anlamını taşımasının yanı sıra, İstanbul'un
geleceği henüz aydınlanmadığından, daima gözleme fırsatı bulan düşmanın ve
özellikle Venizelos ve buna benzer kişilerin zararlı propagandalar yapması için
de gerekçe oluşturur. İstanbul diğer devletlerin başkentleri gibi değildir.
Yalnız Osmanlıların başkenti olmayıp yüz milyonlarca islâmın sevgisini
belirttiği ve darda kalınca, başvurduğu yer olduğundan, her ne şekilde olursa
olsun başlı başına hükümet merkezi olmak onurunu kaybetmesi durumunda asırlık
Osmanlı saltanatının Avrupa'dan kaldırılarak bir Asya beyliği haline
dönüştürülmesi ile kindarlara ve düşmanlara yeni bir silâh verilmiş olur.
Bunu önlemek için, bütün ülke kuvvetlerinin İstanbul'da toplanması özellikle bu
an için zorunlu görülmektedir.
Dördüncü olarak, bazı siyasi partiler ile Müslüman olmayan unsurların
seçilmesinin tarafsızca yapılamayacağı düşünülerek seçimlere girip girmemekte
hâlâ kararsız durumda iken, Meclisin Anadolu'da toplanması, Meclisi
Mebusanın sadece milli kuruluş mensuplarına kalacağı fikrini kuvvetlendirir.
Bu nedenle, onlar seçimlere katılsalar bile milletvekillerinin bir kısmının
Anadolu'ya gitmekten kaçınmaları ve İstanbul'da toplanma isteklerini
bildirmeleri de akla gelebilecek bir konudur. Böylece Meclis-i Mebusan’ın ikiye
ayrılarak, her ikisinin de çoğunluk sağlayamadığı duruma gelinir ve alınan
kararların gerçek ve güvenilir olmaması üzücü sonucu ortaya çıkar. Genel ve
özel durumumuzu devamlı olarak inceden inceye araştırma altında tutan ve
Türklerin kendilerini yönetmeye ve zor zamanlarda bile anlaşma yapmaya gücü
yoktur konusundaki düşünceleri için delil aramakta olan düşmanlara kullanılacak
bir koz verilmiş olur. Zaten konferans önüne çıkmamız ve orada iyi bir şekilde
kabul görmemiz, bütün milletin el ele, bir arada olması ve hükümetin de böyle
bütünleşmiş bir topluluğa dayanmasının uygun olacağı açıklama istemeyen bir
konudur.
Meclisin Anadolu'da
toplanacağı söylentisi şimdiden birtakım dedikoducular ve yabancılar tarafından
çeşitli şekilde yorumlara yol açmıştır. Bunun çok tehlikeli sonuçlara
ulaşabileceği konusuna önemle dikkatinizi çekerim.”
Harbiye Nazırı Cemal
İşte efendiler, Ali Rıza Paşa Hükümeti’nin Milli
Meclisin İstanbul'da toplanması gerekliliğine ilişkin öne sürdüğü gerekçe ve
düşünceler bunlardır. İşte bu görüş, şahıslarına bile saldırı yapıldığı
fikridir ve bizim bütün bu düşüncelere karşı cevap olarak bildirdiğimiz
görüşler de şunlardır: Bu gün, yüce saltanat başkentinde Milli
Meclisin toplanması fikrini uygun görmeyenler, genellikle birbirine benzer
düşünceler ortaya koymuşlardır. Bizim bunlara 29 Ekim 1919 tarihinde verdiğimiz
cevap şöyledir:
Sivas 29 Ekim 1919
Harbiye Nazırı Cemal Paşa Hazretlerine,
C. 27 ve 28 Ekim 1919 tarihli ve (300, 301) numaralı şifrelere.
“Bu gün yüce saltanat başkenti ve islâm dininin hilâfet merkezi olan
İstanbul, düşman donanmasının topları ve kuvvetlerinin işgali altında, düşman
polis ve jandarmasının sorumluluğunda ve eli altında bulunuyor.
Basın, itilâf devletleri tarafından denetim altında, kişisel hukuk ve sosyal
durumumuz bunların baskısı altında, sayın kabine üyelerine varıncaya kadar
giren ve çıkan herkes yabancılar tarafından inceleme ve denetim altında
bulunmaktadır. Tam anlamı ile saltanat başkenti ve hilâfetimiz kuşatma altında
olup bağımsızlığımız burada manen ve fiilen yürürlükte değildir. Buna, bir de
Rum ve Ermenilerin hükümeti tanımamalarını ve itilâf devletlerine dayanarak bir
çeşit ayaklanma durumunda bulunmalarını ve birtakım bozguncu kuruluşların
yaptıklarını da eklersek, başkentimizin içinde bulunduğu üzücü ve korkunç
durumu tam anlamı ile açıklamış oluruz.
Bundan dolayı, bütün bu haksız uygulamalar ve bunların ayrıntıları ile
bildirilmesi ve açıklanması sonucunda Avrupa'dan, kamu oyundan, hak ve adalet
isteyecek ve kazanılmasını sağlayacak olan Milli Meclisin İstanbul'da görev
yapmasına bizce imkân bulunmamaktadır.
İtilâf devletlerinin meşrutiyet ile yönetilen birer hükümet olduğu bundan
dolayı Milli Meclisimiz, zararına girişimlerde bulunmayacakları konusundaki
görüşünüzü bir iyiniyet örneği olarak düşünmek zorundayız. (Alkışlar) Ancak
Avrupa devletleri, milletimizi meşrutiyeti ve hürriyeti sağlayabilmiş olgun bir
millet olarak kabul etmiş ve düşünmüş bulunsalardı, bu görüş doğru olabilirdi.
Aslında durum, tamamen bir iyiniyetin tersine gerçekleşmiş ve
gerçekleşmektedir. İmzalamış oldukları ateşkes antlaşması hükümlerine aykırı
tutumları ve hükümetin yargı hakkına saldırıları, bizi insan olarak
düşünmediklerine ve verdikleri söze uymamayı, bize karşı dürüst olmayan bir
davranış olarak kabul etmediklerine bir delildir.
Birkaç kişinin şahıslarına karşı olabileceği düşünülen işlemlerin nedeni,
bu kişilerin Devlet ve milletin ve saltanat makamı ile hilâfetin bağımsızlığı
ve bütünlüğü uğrundaki uğraşı ve çalışmaları ise, bunlardan başka aynı ruh ve
düşüncede bulunan diğer kişilerin de saldırı hedefi olmayacağını kestirmek ve
güven vermek kesinlikle mümkün olamaz. Bundan dolayı bu durum bütün Milli
Meclise karşı da gerçekleşebilir.
Aslında yukarıda ayrıntılarıyla anlattığımız gibi, İstanbul işgal
altındadır ve tehlike fiilen mevcuttur. Milli Meclisin ise kesinlikle güvenlik
içinde bulunması önşarttır va önemlidir. Bu nedenle taşrada tam güvenlik içinde
bulunan bir yerde toplanılması kesin olarak zorunlu görülmektedir.
Meclisin tolanması ve barışa kadar geçici olarak taşrada toplantılarını
sürdürmesi durumunda, açıkladığınız gibi bakanların bazılarının ara sıra veya
sürekli olarak İstanbul'dan ayrılmaları gerekmez. Bazı bakanların gidip
gelmeleri veya yetkili bırakmaları kesinlikle hükümet merkezinin taşınması
anlamına gelmez. Bundan başka, Milli Meclisin taşrada toplanması kesin bir
zorunluluğa dayandığından, İstanbul'dan başka bir merkez daha kurulması
anlamına da gelmemesi gerekir. özellikle geleceği şüpheli olan İstanbul yerine
geleceği bilinen ve güvenliği tam olan bir yerden kurtarma çalışmalarının
yapılması amaca daha uygur olur. Venizelos'un Atina'yı emin bulmadığı için
bakanlar kurulunu bile Selânik'te oluşturması ve kurması sonucu Yunan başkentini
tehlikede bırakmak yerine kurtardığı, bazı olaylarla ispatlanmıştır. Ferit
Paşa’nın Sadrazam ve Dışişleri Bakanı iken Avrupa'da aylarca kalması hükümet
tarafından sakıncalı görülmediğine göre, bu derecede önemli biı durumda hükümet
üyelerinin gerektiğinde Milli Meclisin bulunacağı yere gelip gitmelerinde
hiçbir engel olmayacağı açıktır. Bu toplantının İstanbul dışında olmasından
dolayı, Venizelos ve buna benzer düşmanların propagandada bulunacakları pek
tabii görülmektedir. Çünkü bu toplantının kendi zararlarına olacağını şimdiden
kestirmekte oldukları şüphesizdir. Salih Paşa hazretleri ile bu konuda görüşeli
iki gün olduğu halde, haberin memleket içinde anlaşılmasından önce yabancı
yerlere ulaşmış olduğu anlaşılıyor. Aynı görüşten hareket ederek,
bunun da pek tabii olduğu söylenilebilir. Her halde yabancıların, milletimizin
düşüncelerini anlamak konusunda, inceden inceye araştırma yapmakta oldukları
kesindir. Meşruiyetini ve hukukunu anlamış olan hiçbir milletin, düşman
içinde, düşman baskısı altında kendi hukukunu korumak üzere toplanmak
isteyeceğini kabul etmek doğru olamaz. Bu gün İstanbul'da toplanmayı istemek
bütün ülke kuvvetlerini burada bir araya getirmek, bu kuvvetleri kıpırdayamaz
hale sokmak, sonuçta intiharı amaçlamak demektir. Bundan başka, Milli Meclisin
bu durum altında başkentte toplanması, milletin İstanbul'un işgal altında
bulunmasını ve bunu gerçekleştirmiş olanların haksızlıklarını aynen kabul
etmesi demektir. Bununla birlikte, Anadolu'da toplanması aynı zamanda
başkentin üzücü durumunun dünyaya karşı açıkça ve eyleme dönüştürülerek
kınanması yararını sağlar.
Yüce Halifenin İstanbul'da bulunmaları göz önüne alınsa Meclisin taşrada
bulunması nedeniyle hilâfet makamı için islam dünyasının gözünde bir değişiklik
ve ters tepki olamaz. Çünkü Milli Meclis milletimizi temsil eden kuruluştur.
Hatta açılış için yüce padişahın bir vekil yollamaları da mümkündür. Hem bu
şekilde islâm dünyası Milli Meclisin hilâfet merkezinde toplanmaya cesaret
bulamadığını görerek bu kutsal makamın düşman tehlikesi altında bulunduğunu
hissedecektir ki, bunun yararı açıktır.
Müslüman olmayan unsurlara gelince, bunlar daha Tevfik Paşa kabinesi
zamanında seçimlere katılmayacaklarını ilân etmişlerdi. Bunların
katılmamaları kendi zararlarından başka bir sonuç doğurmaz. İnşallah, vatan ve
millet bağımsızlığını kazanınca ister istemez aynı , haklara sahip Osmanlı
vatandaşı olarak oturmaya mecburdurlar.
Siyasi partilerimizden bazılarının Anadolu'yu istememeleri tabii olarak
milli kuvvetlerin etkisi altında kalmak korkusundan olacaktır. Halbuki milletin
asıl büyük çoğunluğunu temsil eden milliyetçi milletvekilleri de İngilizlerin
etki ve baskısı tehlikesi nedeniyle İstanbul'u istemeyeceklerdir.
İstanbul'un çıkaracağı belirli sayıdaki milletvekillerinin önemli bir kısmı,
hiç şüphesiz milletle beraber olacağına göre taşraya geleceklerdir. Hatta hiç
gelmeyeceğini düşünsek ve meclisin ikiye ayrıldığını kabul etsek bile oy
çoğunluğunun İstanbul'a mı, yoksa taşraya mı ait bulunacağını tabii şimdiden
kestirmek mümkündür. Aslında bu gibi şüphe ve kararsızlığa düşecek
milletvekillerinin vatan ve millet uğruna istifa ederek özveri gösterecekleri
umulmalı ve beklenmelidir. Aydın kesiminde seçimlerle ile ilgili olarak
yapıldığı bildirilen yakınmalar Yunan işgali altındaki yörelerde yapılıyor ise,
bunun Rumlar tarafından düzenlendiğinden hiç kuşkumuz yoktur ve bu, çok doğal
görülmektedir. Haksız işgal olunan bu sevgili ilimizin Milli Meclise
milletvekili gönderebilmesi özel dileğimizdir. Böylece, millet fiilen işgali
tanımadığını ve bu zengin topraklardan ayrılmaya asla razı olmadığını dünyaya
ispat etmiş olacaktır. Buna hükümetin de resmen destek olması İzmir, Adana,
Musul illeri ile Maraş, Antep, Urfa sancaklarına resmen seçim için kesin
emirler vermesini siyasi durunun gereği olarak görüyoruz. Kurulumuzun verdiği
sözü tutan kişilerden oluştuğuna güven duymanızı özellikle rica ederiz. Daha
anlaşma yapıldığı gün, bunu bütün benliğimiz ile destekleyeceğimizi ve yardım
edeceğimizi arz ederek söz vermiş, durumu bütün milletimize bildirmiştik. Aradan
yirmi beş gün geçti. Bu süre sırasında bütün çalışma ve davranışlarımızla
hükümet görevlerini kolaylaştırmaya, hükümet kuvvetlerini yüceltmeye
çalışıyoruz. Buna karşılık kabinenin hâlâ özel tasarımızdan kuşku duyması ve
uygulamalar için adım atmamış bulunması, üzüntülerimize sebep olmaktadır. Milli
kuruluşumuzun amacının kanunlara uygunluğunu kabul ederek, gereğine uyularak
yönetilmesini üstlenen hükümetin, kuruluşumuzu lağvedeceğini ve tüzüğünde
açıkça belirtilen temsil heyetimizin şimdiki çalışma düzeninin değiştirilmesini
isteyeceğini tabii ki aklımızdan geçirmiyoruz. Bu durumda nasıl direnme ve
yardım istenebilir? Bu kanunun açıklığa kavuşturulmasını rica ederiz.
Tam tersine, Temsil Heyeti, Ferit Paşa Kabinesi’nin yapmış olduğu
haksızlıkların düzeltilmesi konusunun halâ ele alınmadığını görmekle üzgün
bulunmaktadır. Milli Meclis konusunda Temsil Heyetimizin görüşünü yukarıda
belirtmiş bulunuyoruz. Bununla birlikte, tutumumuzu milletin kamu oyu
üzerine dayandırmak bizlerce genel kural olduğundan; bütün il merkezleri
heyetlerinin bu konudaki görüşü de ayrıca sorulmuştur. Sonuca göre
davranacağımız tabiidir, efendim”.
Temsil Heyeti adına
Mustafa Kemal
Bizim bütün bu düşüncelere karşı cevap olarak
bildirdiğinin görüşler şunlardır: Bu gün yüce saltanat başkenti ve Milli
Meclisin İstanbul'da toplanması fikrini kabul etmeyenler de hemen hemen
genellikle aynı noktaya dayanarak düşüncelerini bildirmişlerdir. Bundan sonra
Rıza Paşa kabinesi görüşünde ısrar etti. Bu düşünce o zaman yalnız bizim
heyetimizin görüşü idi. Bu konu, kesin olarak kabul edilmiş bir karar şeklinde
değildi. Onun için çeşitli araçlarla bütün milletin düşünce ve eğilimini
anlamaya çalışıyordum. Burada olduğu gibi durumu açıkça belirterek sorduk: “Toplanma
yeri neresi olmalı?” Gelen cevaplarda her yörede özel olarak durum
anlaşılmıştı. Gerçekten İstanbul'da toplanmanın büyük bir felâket getireceği
herkes tarafından açıkça söylenmişti. Ancak ortada bir konu vardı, o da
hükümet kanadının bunu uygun bulmaması. Milli Meclisin, Milli Meclis olarak
Anadolu'da daha güvenceli bir yerde toplanabilmesi, tabii ki, hükümetin uygun
görüşü ile durum’un yüce padişaha arzına ve böylece alınacak yüce emre bağlı
bulunuyordu. Milletvekilleri dışarıda toplanır, Ayan oraya gelir ve Milli
Meclis olarak bir araya gelir. İşte bu olmadıkça Milli Meclisin, Milli Meclis
olarak toplanmasına maddeten imkân kalmamıştır. Bu konu bizim için son derecede
önemli olduğu için arz ettiğim gibi halkın düşüncelerini öğrenmekle birlikte, Sivas'ta
yetki sahibi bazı kişilerle, üzellikle bütün komutanların katılmasıyla
olağanüstü bir toplantı yaptık. Aynı sonuca vardık. Bu sonuca göre bir şer
vardı. O da milletvekillerinin tümünün aynı kanı ile durumu tehlikeli görüp
kendiliğinden dışarda bir yerde toplanmaları! Tabii ki bu topluluk Milli Meclis
olamazdı. Belki bir millet meclisi olurdu. O nitelikte olmamakla birlikte,
boyle basit bir kongre halinde toplanmış olsa bile yapabileceği görevden daha
büyük görevi yapmış olacaktı. Benim düşünceme göre milletvekilleri
İstanbul'a gitmeselerdi, Meclisi Mebusan orada toplanmasaydı, dışarıda
güvenceli bir yerde toplanıp orada bütün ülkeyi, bütün milletin başkentinin
geleceğini konuşmuş olsaydı, İstanbul işgal olunamazdı.
İstanbul'un işgaline tek neden hükümetin birtakım
saçma ve köksüz görüşlere saparak zaaf göstermiş olmasından kaynaklanmaktadır. Milli
Meclisin dışarıda toplanması gerekliliği ve zorunluluğunu anlatmak konusunda da
başarılı olamadıktan sonra artık görüşlerimizi bildirmekten vazgeçtik.
Yalnız yine birçok felaketlerin ortaya çıkacağına olan inancımız sürdüğünden
bazı önlemler alarak vatan görevimizi gerçekleştirmeye çalıştık. Önerilerimiz
hepinizce bilinmektedir. Hiç olmazsa milletvekilleri İstanbul'un o
zehirleyici çevresine, havasına girmeden önce dışta birbirleriyle görüşsünler,
tanışsınlar ve birbirlerine düşüncelerini söyleyerek aydınlatsınlar. İşte
biliyorsunuz, bu amaçla Erzurum'da, Trabzon'da, Samsun'da, kısacası çeşitli
merkezlerde, bölge bölge, milletvekillerinin toplanmasını çok rica ettik.
İstanbul'a gidecek milletvekillerinden de mümkünse düşüncelerimizi karşılıklı
söylemek üzere Ankara'ya gelmelerini istedik. Bu önerilerimizin
hem birincisi ve hem de ikincisi kısmen oldu, buraya gelen saygın
milletvekilleriyle karşılıklı düşüncelerimizi anlattık, bütün tehlikeli
olabilecek durumlar konuşuldu ve geleceğe ait bazı önlemler de düşünüldü.
Hatırladığıma göre her şeyden önce Meclis-i Mebusanda bir grup kurmak
gerektiği şart olarak düşünüldü. Çünkü milletvekillerinin genel kurulu
dayanışma içinde bulunmazsa hiçbir amacın savunulması ve korunmasına imkân
kalmazdı. Yine burada görüldüğü gibi, kurulması düşünülen grup bütün anlamı
ve görünümüyle Kuvay-i Milliye’ye dayanacaktır. Bütün dünya da bunu bilecektir.
Milletin gücüne dayanmayan milletvekilleri hiçbir kimsenin gözünde güvenilir
kişiler olamaz. (Sürekli alkışlar) .
Burada toplantıya katılan arkadaşlarımız bu gereği
tümüyle kabul etmişler ve bu fikirle İstanbul'a gitmişlerdir. Fakat uzaktan
gördüğümüze göre bu kararda kesinlikle direnmemişlerdir. Direnmeyişlerinin
nedeni de arz ettiğim gibi görünüşte Kuvay-i Milliye ile ilişkili kabul
edilmelerindendir. Her iki tarafa yönelmiş bir cephe nasıl olur?
Efendiler, yurt dışında bu milletvekillerinin milli
teşkilât ile yeterince ilgili bulunmadıkları kararına varıldı. Bu durumda ya
milli teşkilât yoktur ya da zayıftır. Milli teşkilât varsa, ya korkulacak bir
şey değildir ya da bu milletvekilleri ile onun ilgisi yoktur. Bu nedenle
her iki durumda da bir güçsüzlük gözlenmiş oldu. Kuvay-i Milliye de önemsenmedi
işte düşmanlarımız bundan son derecede cesaret aldılar. Artık Kuvay-i
Milliyeden ve Meclis-i Mebusanı oluşturan sayın kuruldan korkuları kalmadı.
Efendim, son bir bölüm daha var izin verir misiniz ?
Sayın arkadaşlarımız, İngilizlerin varlığımızı yok
etmek için uyguladıkları gizli ve kirli sonsuz yöntemleri bulunduğunu hepiniz
bilirsiniz. İşte bu söylediklerimizle ilgili olarak İngilizler, İstanbul'da
yasama organımıza saldırı hazırlığı olmak üzere daha önce, bakanlar kuruluna
saldırıya geçmeyi tasarlamışlardı. Bu davranışın en açık delili Harbiye Nazırı
olan Cemal Paşa ile Genelkurmay Başkanı olan Cevat Paşa’ya karşı yaptıkları
saldırı idi. Hepinizin bildiği gibi, İngilizler bu iki kişinin milletin,
yararına uygun olan çalışma ve davranışlarının kendi yararlarına uygun
olmadığını görerek bunları düşürmek istediler. Ve aynı istekle yüce Osmanlı
devletinin hükümetine de bir darbe vurmayı amaçlayarak Ali Rıza Paşa Kabinesi,
uzun bir kararsızlık devresinden sonra nihayet İngilizlerin isteğini yerine
getirmeye yöneldi ve sonuç olarak Cemal Paşa, Cevat Paşa görevlerinden
alındılar. O zaman gönül isterdi ki, Ali Rıza Paşa hazretleri ortaya
çıkan bu yabancı saldırıya karşı bütünüyle hükümeti ayağa kaldırsın, tepki
gösterip olay yaratsın. Oysa her zaman olduğu gibi, kabinemiz kuruntuya
düşme ve işi idare etme politikasına daha çok önem verdi ve düşmanın
arzusunu yerine getirerek olayı kapattı. Bunun ardından İngilizler
görünüşte tatlı, kamu oyunun gönlünü alacak bir genelge sundular. İngiliz
siyasi temsilcisi, İngiliz Dışişleri Bakanlığı adına hükümetimize bir nota
verdi. Notada şöyle deniliyordu: önce, itilâf devletlerine karşı başlatılmış
olan ve Yunanlıları da içeren eylemleri durdurunuz. İkinci olarak, Türkiye'de
Ermenilere karşı yapılan katliamdan vazgeçiniz. İşte bu iki önerimizi
yerine getirmeniz durumunda İstanbul size bırakılacaktır. Bu iki istek dikkate
alınmazsa, barış şartları kötü biçimde etkilenmiş olacaktır.
Efendiler, bu, tabii ki çok haince ve samimiyetten
uzak bir istek idi. Çünkü her iki öneride de, gerçekte yeri olmayan konular
üzerinde duruluyordu. Birincisi Yunanlıların da içinde bulunduğu İtilâf
hükümetlerine karşı eylemde bulunmamak, saldırıya geçmemek önerisi. Zaten böyle
bir şey olmadı. Gerçi Yunan cephesinde, İzmir cephesinde, silâh ve mevzilenmiş
birtakım kuvvetler, milli kuvvetler vardı, fakat bu, devlet kuvveti, hükümet
kuvveti, ordu kuvveti değildi. Bu, Yunanlıların, ateşkes hükümlerine uymayan
davranışları ve insanlığa karşı dünyada eşine rastlanmayacak biçimde
zulmederek, facialar yaratmalarına karşın devletin koruyuculuğundan yoksun olan
milletimizin kendi namusunu, onurunu korumak ve kollamak için silâha sarılmak
zorunluluğundan kaynaklanıyordu. İtilâf devletleri bu masum islâm halkının
korunmasından söz etmemişlerdi. Sadece onlara saldıran kuvvetin önüne set
çekilmemesi gerektiğinden söz edilmişti. Diğer yörelerde bile itilaf
devletlerine hiçbir saldırı yapılamamıştı. Bu nedenle, sözkonusu isteğin asıl
içyüzü düşünüldüğünde bunun gerçekten uzak olduğu görülür. İktidardaki hükümet,
doğal olarak buna cevap verebilecek kuvvete, kudrete ve yetkiye sahip
bulunuyordu. Bu olayın tek ve en kesin çözümü, itilâf devletleri tarafından
Yunanlılara, islâm hayatına ve milletin şeref ve namusuna saldırıda
bulunmamalarının önerilmiş olması idi. İkinci istek ise, ülke içinde katliam yapılmaması
ile ilgiliydi. Ermenilere karşı böyle bir tutum yoktu ve olay doğru değildi.
Ülkemiz gerçeklerini hepimiz biliyoruz. Hangi yörede Ermenilere karşı katliam
yapılmıştır veya yapılmaktadır? Genel savaşın başlangıcından söz etmek
istemiyorum. Aslında, itilâf devletlerinin de bahsettikleri doğal olarak
geçmişe ait durumlar değildir. Bu gün ülkemizde faciaların yaşandığı
savunularak, bundan vazgeçmemiz isteniyordu. Kuşkusuz Ali Rıza Paşa Kabinesi bu
önerilere cevap vermiştir. Ancak yine Ali Rıza Paşa Kabinesi’nden olan
bakanlar kendi üyelerine, kendi memurlarına, kendilerine bağlı olanlara
İngilizlerin umut verici güzel sözlerini önsöz yaparak bu iki isteği
aktarmış ve sonuç olarak yapılması istenmeyen davranışlardan vazgeçilmesini bir
genelge ile duyurmuşlardı. Bu işlem, hiç şüphesiz kötü niyetle yapılmış
değildir. Fakat sorun, olayın anlatım şeklini bilememekten kaynaklanmıştır.
Tabii ki, hükümet yetkililerinin yayımladığı bu genelgeler, düşmanlarca
öğrenilmiştir. Bunların yayımlanması kesinlikle isteğin gerçek olduğunu kabul
etmek değildi. isteklerine bu kadar uygun davranılmasından da İngilizler
yeterince tatmin olmadılar. Bundan kısa bir süre sonra, Ali Rıza Paşa
kabinesine Yunanlılar karşısında bulunan kuvvetlerin geriye çekilmesi önerisi
yapılmıştır. Hepimizin bildiği gibi, milli hattına çekilmek konusu Ali Rıza
Paşa, böyle bir öneriyi gerçekleştirilmesi mümkün olmayan bir konu olarak
gördüğü için ve belki başka nedenlere de bağlı olarak, bu baskıyı gerekçe
göstererek görevinden ayrıldı istifa etti.
Ali Rıza Paşa Kabinesi 23 Mart 1920 günü istifasını
verdi. Böylece, kabineye oy
birliğine yakın bir çoğunlukla, güven oyu vermiş olan Meclis-i Mebusanın,
bağımsızlıkla ilgili çalışmalarını yürütme kudretini kaldırmak ve milli
istekleri gerçekleştirme yeri olan Milli Meclisi, herhangi bir şekilde barış
üzerinde etkili olamayacak bir şekle dönüştürmek amacı açık olarak
anlaşılıyordu. Bundan dolayı bütün millet bu durum karşısında,
milletvekillerinin güvenine sahip olan Ali Rıza Paşa Kabinesinin istifasını
ölçülü bir şiddetle ve ülkemizde pek az görülen bir birlik ve coşku ile
protesto etti. Padişahlık makamına ve Meclis-i Mebusan’a, Anadolu'nun en
uzak köşelerinden protesto telgrafları çekildi. Düşmanların bütün çalışması,
barış esaslarının kararlaştırılacağı şu sıralarda memleketimizi dışarıda ve
içeride güçsüz bir durumda bırakarak istedikleri her şeyi bize kabul ettirmeyi
amaçlıyordu.
Şöyle ki:
İzmir olayını yerinde inceleyen ve Anadolu'nun çeşitli
yerlerinde inceleme ve araştırma yapmak için geziler yapan bütün Amerikalı ve
Avrupalı kişiler ve heyetler daima lehimize düşüncelerle dolu olarak ülkelerine
dönmüşlerdir. Bu kişiler ve
kurullar Avrupa ve Amerika kamu oyunda çeşitli araçlarla ülkemiz aleyhine
yapılan kışkırtıcı propagandalara karşı üstünlük sağlamışlarsa da, barış için
kesin kararların belirlenmesini üstlenen barış konferansı çerçevesi içinde çok
az etkinlik taşıyan, gerekli önemli vurgulayamayan bir durum yaratmışlardır.
İşte böylece, geleceğe yönelik çıkarlarını, çeşitli baskılarla bütün dış
ülkeleri aleyhimize çevirmekte gören bazı kuruluş ve unsurlar ise,
tarafımıza yöneltilen bu akımı temelinden yıkmak ve bütün dış ülkelerin
milletimiz lehine, düşüncelerinde değişiklikler olmasına fırsat vermemek için,
tümüyle yalan olan en son Ermeni katliamı uydurmasını düzenlediler ve
açıkladılar. Aslında pek az ve basit yalanlama araçlarımız olan
gazetelerimize de, son derecede etkin bir sansür uygulayarak hiçbir araçla
medeni dünyaya karşı haklarımızı korumamıza imkân tanımadılar. Böylece, insanlık
hukukunun kutsal kuralı olan kendi kendini koruma hakkından da milletimizi
tümüyle yoksun bırakarak, kamu oyunu ve dünya milletlerinin fikirlerini harap
durumdaki ülkemiz ve ezilmiş milletimizi birçok suçlamalarla lekeleyerek büyük
çapta etkilediler.
Ülkemizin dış ülkelerdeki onurlu durumu ve hakları,
çeşitli araçlarla dünya kamu oyu önünde küçük duruma sokulduktan sonra, sıra
iç yönetimimize geldi. Meclis-i Mebusan’ımızı hor görerek kapatmak;
ülkemizi, benzeri görülmemiş zorba bir yetki ile bütün dünya sorunlarını kendi
isteklerine göre düzenlemek isteyen barış konferansının zalim kararlarını
kabule zorlamak bunlar arasındadır. İşte Ali Rıza Paşa kabinesi bu çapraşık dış
çabalar sonucu, yabancıların eline düşürülmüş oldu. Düşük kabinenin geçici
olarak görev yaptığı buhranlı günlerde, Ferit Paşa’nın padişah huzuruna kabul
edilerek saatlerce görüşme yapmış olmasına bakılarak milli amaçları yıkacak
karşı bir kabinenin iş başına gelmesinin konuşulduğunu düşünmek yanlış olmayacaktır.
Böyle bir kabinenin iktidara gelmesi sonucunda ortaya çıkacak durumu anlamak
güç değildir. Milli iradeyi tek meşru gerçekleştirme yeri olan Meclis-i Mebusan’ımızın
yasama yetkisinin sağlamlaştırılması için millet içinden kaynaklanan coşku ve
kınamalar gerçekleşmiş ve bu konu yeni kabinenin milli amaçlara karşı olan
kişilerden kurulmasını önlemek için Meclis Başkanlık Divanı’nın Padişah
huzurunda yapılması ile ilgili girişimleri kolaylaştırmıştır. İşte Salih
Paşa Kabinesi bu şartlar altında kurularak göreve başlamıştır.
İngilizler, bir yandan dış durumumuzu yeni toplu
öldürme iftiraları ile sarsarak, diğer yandan da kabineyi, Meclisi
Mebusanımızın çalışmalarına engel olmak konusunda kışkırtarak, içişlerimizde
çok tehlikeli bunalımlar yaratacak biçimde çalışarak, tasarladıkları İstanbul
işgalini kolaylıkla uygulayabilecek bir ortam hazırlıyorlardı. Bunun bizim
elimizde bulunan ilk delili, daha Ali Rıza Paşa Kabinesi'ni düşürmeyi
tasarladıkları sıralarda bir yandan da İstanbul işgaline hazırlık olmak üzere
Anadolu telgraf kuruluşu hakkında etüt yapmaları ve posta - telgraf genel
müdürünü ziyaret ederek Anadolu telgraf merkezleri hakkında incelemelerde
bulunmaları, resmi telgraf haritalarını genel müdürlükten istemeleri ve almalarıdır. İngilizler,
12 Martta telgraf sınırlarımız hakkında tekrar araştırmalarda bulunmuşlardır.
Telgraf görüşmelerinin durdurulması için İstanbul'da yapılacak uygulamaya karşı
gerekli önlemlerin alınması, Temsil Heyetimizce düşünülmüştür. İstanbul'dan
alınan 11 Mart tarihli şifrede inanılır bir kaynaktan alınan bilgiye
dayanılarak İstanbul'daki arkadaşlarımın tutuklanacağı bildiriliyordu. Aynı
gün (Ankara'daki İngiliz temsilcisi Withall'in İstanbul'a hareket edeceği ve
bundan sonra trenlerin işletilmeyeceği) öğrenilmiş ve gerçekten Withall ertesi
gün Ankara'dan ayrılmıştı.
Fransız temsilcisi Duvazo da ayrılmış ve Konya
civarındaki italyanların da İstanbul'a gideceği haber alınmış olduğundan
İstanbul ile ilgili kötü niyetin belirtileri açık bir biçimde hissedilmeye
başlanmıştı. Durum, tarafımızdan şu biçimde değerlendirilmiştir. İtilâf
devletleri bir yandan telgraf bağlantımızı incelerken bir yandan da
Anadolu'daki çeşitli subaylarını ve kuvvetlerini İstanbul'a çağırıyor, aynı
zamanda Anadolu'nun tren bağlantısını kesmeye hazırlanıyor ve Meclis-i
Mebusan’da milletimizin hukukunu koruyan arkadaşlarımızı tutuklamayı
tasarlıyorlar. Bu duruma göre çok yakında olağanüstü olaylar beklenebilir. Sezgimize
göre İstanbul'da yeni bir durum oluşturmak Anadolu telgraf görüşmelerine el
konabilir. Meclisteki milliyetçi kişileri tutuklayacaklar. Kara ve denizden
Anadolu ulaşımını keserek genel nitelikte bir (Blows) kuşatma gerçekleştirilmiş
olacak. Milletin şiddetli coşkusu karşısında iktidara getirmeyi
başaramadıkları Ferit Paşa kabinesini bu yolla iktidar makamına getirerek istek
ve amaçlarını gerçekleştirecekler ve belki de olumsuz bir biçimde
açıklanmada bulunan barış şartları hükümete bildirilecek ve bu şiddetli baskı
altında ya Anadolu'nun parçalanmasını bekleyerek bu acıklı durumu devam
ettirecekler ya da İstanbul ve çevresine yığdıkları İngiliz, Fransız, Yunan
kuvvetleriyle kuzeyden, izmir cepnesindeki Yunan ordusuyla batıdan, Adana'daki
Fransız kuvvetleri ile de güneyden kuzeye saldırı düzenleyerek ve belki de bir
kısım kuvvetlerle de Karadeniz sahillerinden güneye kuvvet kullanarak
amaçlarını gerçekleştirmek isteyeceklerdir. İşte bu düşünceye dayanarak
her türlü önlem alındı ve İstanbul'daki arkadaşlar Anadolu'ya gelmeye
özendirildi.
16 Mart 1920 saat 10'dan önce İstanbul
telgrafçılarından (adını şimdi söylemeyeceğim) vatansever bir kişinin Ankara'da
Ziraat Okulundaki merkezimize gönderdiği telgraf, İstanbul işgalinin kanlı bir
biçimde başladığını bildiriyordu. İstanbul merkezinden, Harbiye telgrafhanesinden ve telgraf aleti başındaki
birçok vatansever memurlardan, birbirini izleyen çeşitli telgraflar alıyorduk.
Saat 11'e kadar toplanan bilgileri derhal bir genelge ile duyurduk. Bu
saatten sonra artık İstanbul'la görüşme kesilmiş, başkentin beklenen durumu ve
Anadolu'nun hali göz önünde tutularak gerekli önlemlerin alınmasının sırası
gelmişti. Alınan başlıca önemli önlemler aşağıda belirtilmiştir:
1. İzmir cephesinin arkasını zorlayan
Biga yöresindeki Anzavur'un eylemleri için kuvvetli bir destek oluşturan ve
büyük bir ihtimalle İstanbul'dan Anadolu'ya yapılacak itilâf kuvvetleri asker
taşımacılığını gerçekleştirmek ve korumak görevini üstlenen Eskişehir ve
Afyon Karahisarda'ki İngiliz kuvvetlerinin silâhtan arındırılması.
2. İstanbul'daki yabancı baskısı
karşısında parlayacak olan Anadolu düşüncesine baskı yapmak ve korkutmak üzere
İstanbul ve Kilikya'dan gönderilebilecek düşman asker sevkiyatına imkân
tanınarak ve Anadolu'daki önemli yerlerin kuvvetli bir işgal ve istilâ
tehlikesi ile karşı karşıya kalmasını önlemek üzere Geyve ve Ulukışla
civarlarında demiryolunun kullanılamaz duruma getirilmesi.
3. Telgraf merkezleri İngilizlerin
eline geçtiği için İstanbul'dan gelebilecek herhangi bir bildirinin
meşru bir makamdan verilmesine imkân kalmadığından, İngiliz bildirileri ile
halkın anlayışının karmakarışık duruma düşürülmesini önlemek amacı ile, telgraf
görüşmelerinin kesilmesi konusunda mülki ve askeri makama gerekli
bildirimin yapılması.
İlk önlemlerimiz içinde mali konuları içeren başlıca
noktaları da ihmal etmedik. Bununla ilgili olarak Anadolu'da bulunan resmi
ve resmi olmayan bütün mali kuruluşların ellerinde bulunan nakit veya nakit
yerine geçecek eşya miktarlarını illerden sorduk ve hiçbir kurumdan İstanbul'a
para gönderilmemesi gerektiğini bildirdik. Diğer taraftan telgraf
görüşmelerinin denetimi, limanlardan ve içten gelecek kişilerin araştırılması
ve şüphelilerin izlenmesi, postahanelerde şüpheli mektupların açılması gibi
gerekli olan önlemler aldık ve gerekli yerlere bildirdik.
Bu arada, çeşitli haberleşme araçlarının ve Anadolu'ya
gönderilmeleri umulan, amaçları her çeşit yalan haberleri yaymak ve kargaşalık
çıkartmak olan zararlı kişilerin milli dayanışmayı bozacak uğraşlarını
engellemek için elden gelen çaba gösterildi.
İstanbul'da yapılan tutuklamalara karşılık olmak üzere
Anadolu'daki İtilâf devletleri subaylarının tutuklanması gerekiyordu. Göz
önünde bulunanların tutuklanması için gerekli yerlere emir verdik.
İstanbul'da telgraf görüşmeleri konusunda alınan
önlemlerin gerekli olduğunu gösteren İngiliz girişiminin ortaya çıkması
gecikmedi. 16 Mart 1920 saat 11'den sonra İstanbul telgrafhanesi Ankara
merkezine bir resmi bildiri vermek istiyordu. İstanbul merkezinde telgraf
başında bir İngiliz subayı bulunuyor ve bütün Anadolu'ya bu bildiriyi
yayımlamaya çalışıyordu. Bu bildirinin, milli teşkilât kurucularını halk
önünde ittifakçılıkla suçlayarak Anadolu'da bir anlaşmazlık ve ikilik yaratmak
ve İstanbul'un fiili işgalini geçici göstererek, hilâfet hakları ve
saltanata indirilen darbenin feci durumunu saklamak ve sonuç olarak bütün
saldırıyı milletimize olağan olarak kabul ettirmek amacı ile düzenlendiği
anlaşılıyordu. Bu bildirinin imzası, itilâf devletleri temsilcileri olarak
verildi. Memleketimizdeki düzen ve birliği bozacak, zayıf karakterli bazı
insanları kandıracak ve korkutacak nitelikteki bu resmi bildirinin Anadolu
telgraf merkezlerince kaydedilmemesi için mümkün olan önlem alındı. Bunun
ardından, şüphesiz İngilizlerin baskısıyla hükümetin yazdığı İstanbul
işgalindeki geçici durumun devamına neden olmamak için ülke içindeki sükünetin
korunması gerekliliğini belirten bir resmi bildirinin de İstanbul'dan
Anadolu'ya geçirilmesi için girişimler tespit edildi ve yine aynı sakınca
nedeniyle bunun gerçekleştirilmesi önlendi. İngilizler, Anadolu halkının
fikrini bulandırmak için giriştikleri işbu resmi bildiri oyununda başarılı
olamadıklarını görünce, Anadolu'nun İstanbul faciası karşısındaki ağır başlı ve
ölçülü kararlılığını ve kahramanlığını bozarak, zararlı kötü düşüncelerinin
yayımlanmasını sağlamak için tren, telgraf hatlarını aracı yapmayı denediler.
Ankara istasyonundaki telgraf merkezinde çalışan bir İtalyan, İngiliz resmi
bildirisinin Fransızca bir kopyasını aldığının duyulması üzerine yakalandı ve
elindeki telgraf geçersiz sayıldı.
Anadolu'da yerleşmiş Ermenilerin ve Rumların hükümet
emirlerine ve milli amaçlara karşı gelmedikçe her türlü saldırıdan korunmaları
ve tam anlamı ile mutlu ve rahat bir hayat yaşamaları öteden beri kabul edilmiş
bir ana konu idi. Kilikya ve dolaylarında ve doğu hududumuz dışındaki resmi ve
resmi olmayan Ermeni kuvvetlerinin dindaş ve ırkdaşlarımıza karşı yapılan
cinayete varan saldırıları karşısında bile, ülkemizde yaşayan Ermenilerin
her türlü taarruzdan korunmasını sağlamayı pek önemli bir medeni görev kabul
ettik ve Anadolu'nun dış dünya ile ilişkisinin kesik olduğu bu günler de
yüce vatan çıkarlarını amaçlayan önlemler içinde Ermeni halkının esenliğinin
korunması gerekliliğini bütün makamlara bildirdik. İşte, İstanbul'un yabancı
kuvvetlerce işgalinden bu güne kadar geçen acı günlerinde hiçbir dış ülkenin
fiili korumasına erişemeyen Anadolu Ermenilerinden hiçbir kişinin, en küçük bir
anlamda bile, saldırıya uğramamış olması, bize her nedenle cinayet yükleyen ve
duyarlılığı kendi tekelinde sanan entrikacı Avrupalıların yüzlerini kızartacak
ve milletimizin yaradılışından sahibi bulunduğu insanlık törelerinin yücelik
derecesini ispat edecek çok önemli bir konudur.
İstanbul işgalinin bu gün memlekette neden olacağı
durum, aldığımız geçici önlemler ile geçiştirilecek bir nitelikte olmayıp, bu
durumun devamı halinde ülkedeki yönetimin sağlam bir esasa bağlanması
gerekiyordu. Karşımızda, hiçbir antlaşma ve hak tanımayan ve kendi özel
yararlarından başka, insanlıkla ilgili hak ve davranışlara yer vermeyen bir
itilâf heyeti; başımızda, vatan haklarını korumak, imzaladığımız antlaşma
şartlarını uygulayarak, yabancı saldırılarını sınırlamak için her türlü araçtan
tümüyle yoksun, esir bir hükümet vardır. Bunların birincisinin sonsuz
baskısı, ikincisinin de tutsaklığı karşısında, başvuracak yeri olmayan şaşırmış
ve çırpınıp duran bir millet !...
İstanbul faciasıyla Anadolu'dan yansıyan durum böyle
idi ve bu durumun sürmesi halinde vatanımızda çok büyük ve korkunç bir
anarşinin başlaması doğaldı. işte bu düşünce sonucunda kesin bir karar vermek
gerekti. Derhal gerekli mülki ve askeri makamlarla görüşerek ülkenin
idaresini anarşiden kurtarmak üzere az önce anılan yerlerin başlarının bizimle
birlikte hareket etmesi önerildi. Bu öneri samimi bir olgunlukla her kesimde
iyi karşılandı.
İşgal sonucunda ortaya çıkan olağanüstü durumun
öncelikli gereğini ayrıntılarıyla düşünüp bunları uygulamaya çalışmakla
birlikte, İstanbul işgalinden dolayı üzüntü ve elemimiz bütün dünyanın aydın
insanlığına ve bütün islâm dünyasına özel bir bildiri ile duyuruldu. İtilâf
devletleri temsilcileri ve tarafsız hükümet önünde kınandı. Bütün millet de bu
kınamaya katıldı. İstanbul durumu ile ilgili bilgi alınacak
inanılır kaynaklardan yoksun bulunuyorduk. 18-19 Mart 1920 gecesi ilk kez
ilişki kurulabildi ve hepiniz tarafından bilinen gerçekler öğrenildi. Bu arada
Meclis-i Mebusan’ımızın bu saldırılar karşısında tatili görüştüğü anlaşıldı. Bunun
üzerine 19 Mart 1920 tarihinde:
Hilâfet makamının ve saltanatın bağımsızlığının
dokunulmazlığını, milli bağımsızlığımızı ve milli sınırlarımız içinde yaşama
imkân verecek bir barışı sağlayacak önerileri ayrıntıları ile tespit
edip uygulayabilmek için, millet tarafından olağanüstü yetkiye sahip bir
meclisin Ankara'da toplanması gereğini millete duyurmakla ilgili milli
görevimizi ve vatan borcumuzu da yerine getirdik.
İstanbul'un işgali, şekil ve niteliği bakımından, Osmanlı
devletinin egemenliğini kökünden kaldırmak ve milletin esir alınmasını ve
hor görülmesini bir oldu bittiye getirme amacına yönelik bir harekettir. Çünkü İstanbul'da
doğrudan doğruya Devlet kuvvetlerine el konmuştur. Şöyle ki: önce Meclis-i
Mebusan zorla susturulmuştur. Bu durumda yasama kudreti bulunmamaktadır. İkinci
olarak, yürütme kudreti siyasi kısıtlamalara uğramıştır. Suçlu kim
olursa olsun yabancı kanunlara göre yargılanacağı ilân edilmiştir. Bütün
görüşmeler ve ulaşım denetim altına alınmış, insanın kendini koruma ilkesi
tümüyle kaldırılmış ve saldırganların uyruğu altına alınmıştır. Bundan dolayı, bu
aşağılık durumu destekleyen ve kabul etmiş olan Ferit Paşa Hükümeti,
bağımsızlığına çok sıkı ve çok içtenlikle bağlı olan milletle arasındaki her
türlü bağlantı ve ilişkiyi doğal olarak kaybetmiş ve milleti karşısına alarak,
düşmanla iş birliği içinde hareket etmeye başlamıştır. Üçüncü olarak,
devlet şeklinde oluşmuş bir topluluğun Anayasasında, yargı yetkisi
bağımsızlığın önemi, açıklama istemeyen bir konudur. Milletlerin yargı yetkisi,
bağımsızlıklarının birinci şartıdır. Yargı yetkisi bağımsız olmayan bir
milletin devlet oluşu kabul edilemez. Bununla birlikte, İstanbul halkından
yüzlerce kişinin hiçbir kanuni suçları olmamasına karşılık sanık sayılarak
tutuklanmalarına devam edilmesi, itilâf devletlerinin görüşüne aykını söz
söylenmesi bile suç sayılarak, Orta Çağ davranışları içinde onlara karşı
saldırıda bulunulması yargı yetkisinin kaldırıldığını göstermektedir.
Bu durumda millet, bu gün yedi yüz yıldan bu yana
gerçek bir onur ve yücelikle koruduğu ve savunduğu bağımsızlığını ve var
oluşunun devamı için İstanbul olaylarının oluşturduğu hukuki durumu onarmak
zorundadır. Bunun için acele gereklidir. Sürüp gidecek olan egemenliğe ara
verilmesi konusu, tanrı korusun da bir dağılma nedeni olarak düşmanlarımızın
düşündüklerini fiilen gerçekleştirmelerine imkân sağlamasın. Bundan dolayı milletimizin
her şeyden önce haklarını koruması ve var olmaya yetenekli bir millet olarak,
uluslararası hukuk ve yetkilerine saygı gösterilmesini isteyebilmesi, medeni
kuruluş ve anayasası ile, henüz yaşamakta olduğunu bütün dünyaya bu kez daha
büyük bir kuvvet ve sağlamlılıkla duyurması gereğine inanıyorum. Bunun için de
kaldırılan Anayasamızın bıraktığı boşluğu derhal doldurmak zorundayız. İşte,
anayasal durum ve hukukumuzun neden olduğu bu gereklilik ve zorunluluk
dolayısıyla ve milli egemenliğin her şeyden önce sağlanması amacıyla Büyük
Meclisimiz olağanüstü yetki ile toplanmıştır. Seçimlerin tam bir ivedilikle ve
sıcak bir ilgi ile yapılması hukuki duruınumuzun bütün milletçe de aynı görüş
içinde anlaşıldığını ve kavrandığını göstermektedir. Ayrıca, Büyük
Meclisimizin kuruluş şekli ve esasları, milli iradeye içtenlikle ve büyük bir güçle
dayandığını göstermektedir.
Meclisimizde oluşan ve beliren milli kudretimiz,
Hilâfet makamı ve saltanatı yabancı baskısından kurtaracak ve Osmanlı devletini
dağılma ve tutsaklıktan kurtarma önlemleri alacaktır. Tam bağımsızlığa
sahip, hilâfet makamına vicdani bağlılığı ile övünen, islâm dünyası içinde
yaşama anlayışını kendinde gören bir milletin tutsak olamayacağı inancıyla,
davranışlarımızı adım adım izleyen bütün medeni dünya ve insanlık sizlere
yardımcı olacaktır. (Sıcak alkışlar) İstanbul faciasını izleyen günlerden şu
ana kadar Temsil Heyetimiz milletler arasındaki birlik ve dayanışmayı korudu.
Osmanlı kanunlarının yürürlüğünü sağladı. Çalışmalarından alıkonulan devlet
gücünün yokluğunu hissetirmemeye çalıştı. Bundan dolayı genel güvenliği korumuş
ve savunmuş olmakla görevini gereği gibi yaptığından emindir. Bu dakikadan
itibaren, yedi yüz yıl boyunca onurlu ve yüce bir yaşam sürdükten sonra yok
olma uçurumunun kenarında ancak ayakta durabilen Osmanlı Milletinin geleceğinin
sorumluluğu, sayın Meclisinizin çalışma gücünü artıran bir neden olacaktır.
Davamızın yasalara uygunluğu ve bütün millet ve
ulusların, insanlık hak ve hukukundan paylarını almış olduğuna inandığımız
yüreklerinin, bizimle birlik ve bize daima yardımcı ve destek olduğuna
güvenimiz tamdır. Başarı ümitlerimizin kalplerimizde bir an bile karamsarlığa
düşmemesini sağlayacak olan, sonsuz gücümüzdür, özellikle büyük tanrı her zaman
bizimledir. (Amin, amin sesleri)
Vermek istediğim bilgiler ve ayrıntılar bu kadardır.
(b)
Meclis
Reisliğini kabülü hakkında
(24/25.
IV. 1920)
15.
Kolordu Kumandanı Kâzım Karabekir Paşa Hazretlerine
Meclise
bugün şahsımı hedefi ta‘riz ittihaz eden propagandacıların neticei
mesailerinden menafii vataniyeyi müteessir etmemek için şahsıma hiç bir mevki
verilmemesini sureti samimanede rica eylediğim, tadad ettiğim mahzurlara rağmen
Meclis 120 mevcuttan 110 rey ile acizlerini makamı riyasete intihap etti.
Vaziyeti haziranın icabatı müşkilesi karşısında bu vazifeyi ademi kabulde ısrar
ettiğim takdirde belki bir inhilâl vuku olabilirdi. Bu sebeple vazifei riyaseti
kabul ettiğimi arz eylerim.
Millet
Meclisi Reisi
M.
Kemal
(c)
Kaynakça:
1-
Utkan Kocatürk, Doğumundan Ölümüne Kadar Kaynakçalı Atatürk Günlüğü, Atatürk
Araştırma
Merkezi, Ankara, 2007
2-Erol
Mütercimler, Fikrimizin Rehberi, 2008
3-Atatürk
Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi, Atatürk’ün
tamim,telgraf ve beyannameleri IV, 2006
4-Salih
Karaoğlu, Kurtuluş Savaşı Destanı, 2010
5-https://www.tbmm.gov.tr/tarihce/ataturk_konusma/ataturk.htm6-https://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d01/c001/tbmm01001002.pdf
7-https://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/GZC/d01/CILT01/gcz01001002.pdf
Yorumlar
Yorum Gönder